Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Maniheizm Nedir?

        Mani'nin kurucusu olduğu gnostik temelli dini gelenektir. Mani'nin (ö. 276) gnostik öğretileri üzerine şekillenen Maniheizm, yoğun misyon faaliyeti sayesinde ve Sasani kralı I. Şapur'un (240-272?) desteğiyle kısa sürede Akdeniz kıyılarından Kuzey Afrika'ya ve Mezopotamya'dan Orta Asya'nın içlerine kadar ulaşmıştır. İlerleyen dönemde İran coğrafyasında Mecûsiliğin etkinliğini arttırması ve Hristiyanlığın Roma topraklarında hakim dini gelenek olmasıyla 4. yüzyıldan sonra güç kaybına uğramış, Orta Asya içlerine doğru çekilmiştir. Miladi 10. yüzyıldan sonra ise giderek taraftar kaybına uğrayarak zamanla tarih sahnesinden silinmiştir.

        Kendisini "Babilli hekim" olarak takdim eden Mani'nin düşüncelerinin temelini gnosis öğretisi oluşturmaktadır. Hakikat ve hikmet bilgisi olarak tanımlanan gnosis bütün mevcudiyetin asli bilgisidir. Bu bilgi, kişinin bu dünyadaki var oluşunu anlamlandırırken aynı zamanda bu dünyadaki ve öte dünyadaki kurtuluşunun da anahtarıdır. Gnosis, gündelik bilginin ötesine taşarak ancak ilahi bir temasla/vahiyle elde edilmektedir (Cologne Mani Codex, 22-23; Homilies 61.4-30, 69.15-70.30). 

        Mani, gnostik bilginin cemaat dışında paylaşılmasına müsaade etmeyen Sabiilik gibi geleneklerin aksine hakikatin bilgisinin bütün insanlığa ulaştırılması gerektiğini savunmuştur. Böylelikle Maniheizm, misyon faaliyetini önceleyen bir gnostik gelenek olarak da dikkat çekmiştir. 

        Mani ve taraftarları için tarihsel süreçte kimi adlandırmalar söz konusu edilmiştir. Erken dönemlerde Mani taraftarının Mani'nin adına nispetle isimlendirilmeleri yanı sıra Süryanice doğru/dürüst anlamında "Zaddik" sözcüğüne ve bunun Pehlevice karşılığı "Zendig" ifadesine de Sasaniler devrinden itibaren rastlanılır. Nitekim İbn Nedim (ö. 385/995) ve Birûni (ö. 453/1061) gibi Müslüman alimler de Süryanice bu kelimenin Arapça karşılığı olan "Sıddik(ûn)" sözcüğünü tercih etmişlerdir. 

        Mani'nin yaşam serüveni, ortaya koyduğu düşüncesini daha anlaşılır kılmaktadır. Babası Patig'in mensubu olduğu vaftizci gnostik Hristiyan Elkesai cemaati içinde dört yaşından itibaren dış dünyadan uzakta bir hayat geçiren Mani, on iki yaşına geldiğinde vizyon görmeye başlamıştır. Hakikatin bilgisini/gnosisi ikizim dediği ilahi varlık, kendisine ulaştırmıştır. Yirmi dört yaşına kadar cemaatten kimseyle bu durumu paylaşmaz. Bu dönemden itibaren cemaatin vaftiz uygulamasını eleştirerek gnosis öğretisini dillendirir. Ona göre gıdalarda suyla arınacak bir kirlilik söz konusu değildir. Kirliliğin kaynağı, onları tüketerek kirli hale getiren insan bedeninin kendisidir (Cologne Mani Codex, 21-27, 51-53). 

        Cemaatten ayrılan ve misyon faaliyetine Sasanilerin başkenti Ktesifon'dan (bugünkü Bağdat) başlayan Mani, bu süreçte Hint coğrafyasına gitmiştir. Sasani imparatoru I. Şapur'la görüşmeler yapan Mani, öğretisini anlattığı Şapuragan metnini krala takdim ederek kendi dinini yayma adına eman almıştır (Homilies 48.1-10). Bu müsaade aynı zamanda Maniheist aktif misyon faaliyetinin miladı kabul edilebilir. Nitekim yoğun bir misyona girişen Mani ve talebeleri, Babil'den Orta Asya içlerine Hind kıyılarına ve Kuzey Afrika'ya ulaşmışlardır. Otuz yılı aşkın süre boyunca yürütülen misyon faaliyeti, I. Şapur'dan sonra akamete uğramıştır. Taht değişimiyle birlikte İranlıların asli dininin Zerdüşt'ün öğretisi olduğuna ilişkin Mecûsi ruhban sınıfının vurgusu, kraliyet çevrelerinde Maniheizm'in sapkın bir dini geleneğe dönüşmesine zemin hazırlamıştır. Neticede Mani yakalanmış, işkence görmüş, öldürülmüş ve cesedi Cundişapur şehrinin kapısına asılmıştır (Homilies. 60.2-12, Psalm-Book. 19.25-20.5). Devlet desteğini yitiren Maniheistler, İran coğrafyasının sınır boylarına ve daha doğuya çekilmişlerdir. 8. yüzyılda Uygurların Bögü-Kagan döneminde (762/763?) Maniheizm'i resmi din ilan etmesi, Maniheistlerin bu bölgede hala aktif olduklarının en büyük delili sayılabilir. 

        Maniheizm'in kısa sürede çok sayıda taraftar kazanmasının arka planında Mani'nin misyon yöntemi yatmaktadır. Öncelikle Mani, kendi öğretisinin kaynağını diğer din kurucularına dayandırmaktadır. Ona göre İsa Batı'ya, Zerdüşt Pers diyarına ve Budda Hind'e gelmişken kendisi de Babil'e gönderilmiştir. Hristiyan çevrelerde kaleme alınan Maniheist edebiyatta ise Adem'den İsa Mesih'e kadar bir silsileden söz edilerek Mani'nin zincirin son halkası olduğu vurgulanmıştır (The Kephalaia of the Teacher. 20-21). 

        Mani, kendisinden duyulan her şeyin yazıya geçirilmesini telkin etmiş ve talebeleri yoğun bir yazım faaliyetine girişmiştir (Kephalaia of Teacher. 12). Bu durum Mani sonrasında da devam etmiştir. Bu sayede farklı dillerde geniş bir Maniheist külliyat oluşmuş ve misyon faaliyetinde kullanılmıştır. Mani'yi bu bakımdan eşsiz kılan husus ise kozmostan dünyanın sonuna kadar olan biteni Eikon/Ardahang adlı eserinde resimle anlatmasıdır (Homilies. 18.5-26, 25.5-24). Günümüze ulaşmayan bu eserin, dönemin şartları düşünüldüğünde oldukça etkili olduğu anlaşılmaktadır. 

        Maniheizm, birbirine zıt iki tanrının varlığını öngören mutlak bir düalizmi esas almaktadır. Nur-zulmet veya iyi-kötü karşıtlığının hakim olduğu bu öğreti, temelde iki ezeli ve ebedi unsur üzerinden şekillenmektedir. Buna göre "Işığın Babası" ve "Karanlığın Prensi" diyebileceğimiz her iki varlığın kendisine has bir alemi vardır. İyi olan her şeyin kaynağı ışık alemiyken, kötü olan her şey karanlık alemden neşet etmektedir (Psalm-Book. 136.15-139.60). 

        Maniheist düşünce, kozmosun oluşumunu bu iki unsurun temasıyla açıklamaktadır. Bu iki varlık arasındaki temas ise üçlü bir zaman (başlangıç-orta-son) üzerinden öykülenmektedir. Başlangıçta ışık alemi ile karanlık alem arasında bir temas olmasa da karanlık alemin idarecisi Karanlığın Prensi'nin ışığı fark etmesi ve onu arzulaması, temasın ve böylelikle kozmosun ilk merhalesidir. Mitolojik bir anlatıma konu olan bu temasın en önemli sonucu, iyi ve kötü, ışık ve karanlığın birbirine karışması, bu dünya hayatının oluşması ve orta zaman diliminin başlamasıdır. Böylelikle maddenin kaynağı olan kötü ve karanlık varlıklar, ışık unsurlarını burada tutsak etmektedir (Psalm-Book. 9.1-11-31, 203.-204.31). Maniheist öğretinin dünya hayatını, tutsak ışık unsurlarının kurtuluş süreci olarak görmesi insanın nasıl tasavvur edildiğine işaret etmektedir. Maniheizm, insanın da maddi ve manevi boyutlarını kesin bir ayrıma tabi tutarak maddi bedenin bir ışık parçacığını/ruhu hapsettiğini öngörmektedir. 

        Dünya hayatını, ruhun bedenden azade olma süreci olarak algılayan Maniheizm, ahlak öğretisini bu düalist yapı üzerinden inşa etmektedir. Bu bakımdan ruhban sınıfı ve sivil halk olarak ikili bir cemaat yapısını öngörerek maddi bedenin arzu ve isteklerine gem vuracak ilkeler ortaya koymaktadır. Buna göre dinleyici diye bilinen sıradan halk, seçkin olarak tanınan ruhban sınıfının tüm ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür. Zira seçkinler, ruhlarını maddi bedenin esaretinden kurtararak ölümden sonra ışık alemine yükselebilenlerdir. Maniheizm'e göre insan, maddi hayatın isteklerine bir ömür boyunca yeterince karşı koyamaz. Bu sebeple sınırlı sayılabilecek bir yeniden bedenlenme (reenkarnasyon) söz konusudur (Kephalaia of Teacher. 241-242). Zira kötü eylemlere yönelen insanın ölümü, bedende tutsak olan ışık unsurunun/ruhunun yeniden bedenlenmesine yol açmaktadır. İyi eylemler ise ruhun ölümden sonra doğum-ölüm döngüsünden kurtularak ışık alemine yükselmesini sağlamaktadır. 

        Maniheist düşüncede ibadet ve dini pratikler, cemaatin ikili yapısı nedeniyle farklılık arz etmektedir. Bu bağlamda dinleyici sınıfı için on emir, ibadet, zekat/sadaka, oruç ve günahlardan af dileme olmak üzere beş temel şarttan bahsedilirken mutlak fakirliği benimseyen seçkinler için zekat söz konusu değildir. Dinleyiciler için zikredilen şartlara ek olarak seçkinler; üç mühre (eline, ağzına ve düşüncesine sahip olma) ve beş emre (doğruluk, öldürmeme, dini davranış, saf olma/ağız saflığı ve kutsal fakirlik) uymak zorundadır. Ruhlarını tutsaklıktan kurtaracak seviyede olmaları bakımından seçkinler evlenmez ve et yemezler. Zira evlilik, ışık unsurunun bölünerek başka bedenlerde varlık bulmasına yol açarken, et yemek ise bedeni, ruh üzerinde hakim kılmaktadır. Dinleyiciler günde dört defa (şafak, gün ortası, gün batımı ve gece), seçkinler ise günde yedi defa ibadet etmektedir. Benzer şekilde sivil halk yılda bir ay oruç tutarken ruhbanların ayrıca yılın yüz gününü de oruçlu geçirmeleri gerekmektedir. 

        Maniheist gelenekte yılın belli zamanlarında kutlanan bayramlardan söz edilebilir. Mani'nin işkence edilerek öldürülmesinin ve ışık alemine yükselişinin anısına kutlanan Bema, Maniheizm'in en önemli dini bayramıdır (Homilies. 60.2-12). Şubat/Mart aylarına denk gelen bu bayram öncesinde yıllık oruçlar tutulmaktadır. Bunun yanı sıra dini şahsiyetlerin anısına ve benzeri hususlar adına Uygurcada Yimki olarak bilinen yedi bayramdan söz edilebilir. Günümüzde müntesibi kalmayan Maniheizm'in gnostik öğretisi, ortaya çıktığı coğrafyanın kültürel kodlarında varlığını sürdürmektedir. 

        YAZAR

        Mehmet Alıcı

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa