Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Kültür Felsefesi Nedir?

        Kültürün kökenini, doğasını ve temellerini soruşturan, kültür eserlerinden yola çıkarak kültürün iç yapısını keşfetmeyi hedefleyen bir felsefe disiplinidir.

        Kültür teriminin etimolojik kökeni, Latincede toprağı işlemek, planlı biçimde ekip biçmek anlamına gelen "colere" kelimesine dayanır. Bu kavram sonraki süreçte cultura halini almış, sonra da insan eliyle planlı biçimde bitki yetiştirmeyi anlatan agri-cultura kavramı ortaya çıkmıştır. 19. yüzyıla yaklaşıldıkça planlı biçimde insan yetiştirme anlamında cultura animi kavramının ortaya çıktığı; bu yüzyıla gelindiğinde kültür kavramının, insanın elinden çıkan ürünleri kapsayacak şekilde kullanıldığı görülmektedir. Kültür felsefesinin bir problem alanı olarak belirginleşmesi bu dönemde gerçekleşir. İnsanın merak ve şüphesinin doğadan kendine, ama önce kendi teknik üretimlerine, sonra da zihinsel eserlerine dönmesi, kültür felsefesinin çıkış noktasıdır. 

        Kültür insan eseridir ve insanla mevcudiyet kazanmıştır. Kültür kavramı doğada yetişen ürünleri kapsamaz. Kültürelliğin karşıtı, insan elinden çıkmamış olma anlamında doğallıktır. Ancak insan elinden çıkanların çokluğu da kültür kavramının kapsamını genişletmektedir. Bu nedenle, kültür kavramının olgusal içeriği üzerinde tam bir uzlaşma yoktur. Kültür kavrayışlarındaki çokluk/çeşitlilik tanımlara yansıdığı gibi, kültür felsefesi eğilimlerini de etkiler. 

        Kültür sözcüğünü felsefi anlamıyla ilk kez kullanan filozof olarak Herder'dir. O, tarih ve kültür alanındaki her şeyi insanın malı, insanın gerçekleştirmeleri sayar. Herder'in yaşadığı çağlarda, Aydınlanma düşüncesine karşı çıkan romantizmin de kültür felsefesinin gelişimi üzerinde etkili olduğunu ifade etmek lazımdır. Ancak kültür tartışmalarının, kültür felsefesi nitelikli düşüncelerin 19. yüzyılın sonlarına doğru alevlendiği, 20. yüzyılın ilk yarısında zirveye tırmandığı görülmektedir. Bunun nedeni, sanayi devriminin toplumsal yapıyı kökten değiştirici etkisinin bu dönemlerde ortaya çıkması, kültürel yaşantının derinden sarsılması ve kültürel alandaki bilgi birikiminin artmasıdır. Kültür kavramının kapsamı 20. yüzyılda daha da genişlemiş, hatta kültür kavramı aynı zamanda bir "kavga kavramı" olmuştur. Toplumu değiştirmek isteyenler de kendi toplumlarını kutsayanlar da kültür kavramını vazgeçilmez görmüşlerdir. 

        Kültür felsefesi diğer felsefe disiplinleri gibi farklı felsefe teorilerinden oluşur. Kültürü soruşturan felsefi eğilimlerin çokluğu, farklı kültür kavrayışlarından kaynaklanır. Tek bir kültür felsefesi değil kültür felsefeleri vardır. Onları çeşitli şekillerde sınıflandırmak mümkündür. Örneğin kültür kavramı üzerine ve insanın kültür başarılarıyla felsefi olarak tartışanlar (Herder, Eliot ve Toynbee), kültür bilimlerinin metodolojik temellerini tartışmayı kültür felsefesi olarak değerlendirenler (Cassirer, Windelband, Rickert) kültür felsefesi faaliyeti olarak felsefi olarak kültür eleştirisi yaptıklarını öne sürenler (Simmel, Spengler ve Ortega y Gasset) "kültür felsefesi yapma biçimi" bakımından birbirinden ayrılırlar. Bunun yanında, iki karşıt kültür felsefesi olarak, tarihselci ve pozitivist felsefeler kültürü iki açıdan incelerler. Tarihselcilikte kültürün maneviliği, diğerinde olgusallığı öne çıkarılır. Kant geleneğine bağlı olan eleştirel kültür felsefesi (Yeni Kantçılık) ile Marksist geleneğe bağlı kültür eleştirisi (Frankfurt Okulu), 20. yüzyılın önemli kültür felsefelerini oluşturur. Bu çerçevede Cassirer, Kant eleştirisinin genişletilmesi olarak betimlediği ve Sembolik Formlar Felsefesi adını verdiği felsefesiyle, Horkheimer ve Adorno da "kültür endüstrisi" kavramını merkeze alan kültür eleştirileriyle öne çıkarlar. 

        Kültür felsefesi insanı değil kültürel olguları konu edinir. Onun merkezi problemi, kültür ve kültürün doğasıdır. Kültürün ne olduğu sorusuyla işe başlar; kültürün mümkünlük şartlarını, ortaya çıkışını, insanın kültürel varlık olma keyfiyetini, kültür tiplerini, kültürün tarihselliğini ve güncel geçerliliğini, kültürler arası karşılaşma ve etkileşimi ele alır. Gerek bu problemler gerekse diğer kavramlar felsefe ile sosyolojinin birleşip buluşmasını zorunlu kılar. Kültürel bellek, kültür bilinci, kültürel eğitim, çok kültürlülük, kültür krizi, kültürel tektipleşme, kültürel özdeşlik/benzeşme, kültürel ayrışma, popüler kültür, yabancılaşma, kültür ve diyalektik, kültür metafiziği, kültür ile medeniyet ilişkisi gibi kavramların bir kısmı hem kültür felsefesinin hem de sosyolojinin alanına girer. 21. yüzyılda ise dijitalleşme, dijital kültür, dijital uygarlık, dijital iletişim gibi kavramlar gündemdedir. 

        Farklı tezleri de olsa, kültür felsefeleri kültür ile kültür eserini ayırmakla işe başlarlar. Aslında bu ayrım bir zorunluluktur. Buna göre, eseri/ürünü kültür diye adlandırmak bir yanılgıdır. Kültür esere sirayet eden, onu biçimlendiren unsurlar bütünüdür. Onlar da zihindedir. Bu açıdan, maddi ve manevi kültür ayrımı tartışmalı olarak kabul edilir. Maddi olan şey, eser veya üründür. İnsan dünyasında eylem veya ritüeller de ortaya çıkar. Hem eserleri hem eylem ve ritüelleri belirleyen ve biçimlendiren, insanın zihin dünyasıdır. Dolayısıyla kültür, doğası gereği soyut/manevi bir olgudur, zihinde mevcut anlam ve değerlerden oluşur. Bu nedenle, kültürde maddi-manevi veya soyut-somut karşıtlığı değil, bir sentez vardır. Her kültür eseri maddi olanla manevi olanın birleşip buluşmasıdır. Ancak pozitivist kültür felsefesi bu düşüncelere itiraz eder.

        Biçim kazanmış, imal edilmiş bir kültür nesnesi, insan ondan elini çektikten sonra da kendi başına var olmaya devam eder. Fakat onun asıl gerçekliği, nesneler arasında bir nesne olmak değildir. O, asıl özelliğini, onu inşa eden ve algılayan öznelerin bilincinde kazanır, doğada değil! Kültürü "insanın doğaya kattıkları" olarak tanımlamak, doğal varoluşu temel alıp insan eserlerini ona eklemek anlamına gelir. Kültür ise insan varoluşuna ya da doğaya yapılan bir ek olmadığı gibi insanın doğaya katkısı olarak da görülemez. Birey, yani kültürün öznesi biyolojik varoluş itibarıyla doğaya ait olsa da zihinsel varoluşu itibarıyla bir doğa varlığı değildir. Bu açıdan kültür, insanın kendi dünyasını inşa etmesidir. İnsan bu dünyayı kendisi için ve kendisi gibi olanlar için inşa eder.

        Kültür bir nesne gibi ortada duran bir şey olmadığına, adeta eserlere veya olgulara sinmiş halde varlığını sürdürdüğüne göre, kültürü keşfetmenin yolu, onun kendini gösteriş biçimlerinden hareket etmektir. Kültür "yaşama formu", "üretim formu", "duyuş ve düşünüş formu" ve "tarihsel miras" olmak üzere, dört biçim/yapı içinde karşımıza çıkar.

        İnsan, kendi yaşantısının akışını, yaşama sürecindeki ihtiyaç ya da ilgilerinin gereğini yapma biçimini, belli ilkelerle düzenler. Toplu halde yaşamanın temeli olan müştereklik, önce yaşantıda kendini gösterir. Bu da kültürün yaşama dünyasında görünen yüzünü oluşturur. Kültürün yaygın tanımlarından olan "bir toplumun yaşama biçimi" veya "bir toplumu o toplum yapan nitelikler" gibi tanımlar, yaşantıdan, yaşama dünyasından yola çıkan tanımlamalardır. 

        "Üretim formu olarak kültür"ü oluşturan şey, kültür dünyasında ortaya konan ve müşterek karakteristikler taşıyan ürün ve üretimlerdir. Onların bu özellikleri, onları cisimleştiren zihinlerden kaynaklanır. Genel anlamıyla üretim, yeni bir şey ortaya koymak veya mevcut olanlara yeni bir biçim vermektir. İnsan, kendi manevi dünyasındaki birtakım kabul ve değerlerle, o cisimleşen şeye, kendine özgü bir biçim vermiş olur. Bilincin kendine özgü içyapısı ve orada gerçekleşen sentez, bir eserde ete kemiğe bürünür.

        Kültür aynı zamanda kişinin algılayışını, duyuş ve düşünüş biçimini de belirleyici unsurlar içerir. Aynı kültür dünyasındaki bireyler müşterek duygu durumları yaşarlar, müşterek tasarımlara ulaşırlar. Algı ve duygu dünyasını sadece kişinin kendisi oluşturmaz. Kişi içinde yaşadığı kültür dünyasıyla yoğun bir alışveriş yaşar. Bu süreçte onun zihin dünyası şekillenir. 

        Kültürün kendini gösterdiği başka boyut, tarihsel miras olmasıdır. Her insan bir toplumsal dünyaya, bir kültür dünyasına doğduğuna göre, kültür o kişiden önce de var demektir. Kültür her kuşak tarafından bilinip tanınır, onunla her kuşak yüzleşir, onu yeniden kurgulayıp üretir. Devamında da bir toplumun farklı zamanlarda yaşayan bireyleri arasında nakledilir. Kültür bireylerle başlayıp onlarla son bulmaz. O, bir akıştır. Bu da kültürün tarihsel boyutunu oluşturur. 

        YAZAR

        Milay Köktürk

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa