Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Kırsal Antropoloji Nedir?

        Kent dışında kalan alanları, buralardaki geçim kaynaklarını, insanın doğayla olan ilişkisini, buralarda yaşayanların anlam dünyalarını ya da özetle kültürünü konu edinen bilim dalıdır. Kırsal yaşam sadece kara alanlarıyla, toprağın işlenmesi (ziraatla) ve hayvancılıkla sınırlı değildir. Ormanlardan denizlere kadar kentin dışında kalan, insanın doğayla beraber ürettiği, yaşadığı, bir kültür oluşturduğu her yer kırsal alan çalışmalarının konusu olabilir. Kırsal alanın içinde yerleşimin kentlere göre çok daha seyrek, nüfusun az ve temel geçim kaynağının ziraat, hayvancılık ve balıkçılık (yahut göl ve denizlerdeki diğer geçimlik faaliyetler) olduğu köyler ve köy altı yerleşimler (yayla, oba, mezra vb.) bulunur.

        Gün geçtikçe antropoloji ile birbirine daha çok yakınlaşan sosyoloji kentlerde, kent çalışmaları ile doğmuşken, antropoloji kırsaldaki küçük ölçekli topluluklar üzerine yapılan çalışmalarla doğmuştur. Burada, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yok olup giden yerli halkların kültürlerinin araştırılmasına odaklanan, Franz Boas'nın The Central Eskimo (1888) ve Alfred Kroeber'in The Arapaho (1902-1907), araştırması gibi kültür antropolojisi çalışmalarını; İngiliz sosyal antropolojisinin, antropolojinin sömürgeci tarihini de yansıtan, örneğin Evans-Pritchard'ın Witchcraft, Oracles and Magic Among the Azande (1937) ve The Nuer (1940) isimli Afrika'daki sömürgelerin kontrol edilmesine yönelik siyasal antropoloji çalışmalarını görüyoruz. İlerleyen dönemlerde de kır ve kırsal yaşam çalışmaları antropolojide ağırlığını devam ettirdi. Bunun nedenlerinden biri antropolojinin "kültür-ötesi yaklaşımı (trans-cultural perspective)"dır. Bu yaklaşım iki temele oturmaktadır: Birincisi antropoloğun daha iyi gözlem yapabilmek, farklılıkları daha iyi keşfedebilmek adına mümkün olduğunca kendisine uzak bir kültürde araştırma yapmayı tercih etmesidir. Böylece araştırmacı, yabancısı olduğu kültürde hem aşinalıktan uzak kalabilecek, hem de kendi kültürü ile karşılaştırmalar yaparak geri döndüğünde kendi kültürünü de daha iyi anlayabilecektir. Kendi kültürünü yeniden tanımasına vurgu anlamında buna antropolojide ikinci doğum (twice-born) adı verilmektedir. İkincisi ise karşılaştırma yöntemine önem veren antropolojinin, araştırılmak istenen konunun sosyal kurumları daha basit/sade olan ve inanç, dil, sosyal statü gibi farklılıkların ya hiç olmadığı ya da çok az olduğu küçük ölçekli toplumlarda nasıl yaşandığını, durumunu araştırarak bir karşılaştırma yapabilmesini öğütlemesidir. Bu sayede araştırmacı karşılaştırma yaparak farklılıkları görebilecek, araştırma konusunu daha iyi kavrayacaktır. Örneğin ABD'de genç kızların ergenliğe geçişte yaşadığı sorunları araştırmaya koyulan antropolog Margaret Mead, 1920'li yılların başında Samoa adalarında katılarak gözlem tekniği ile araştırma yapar (Türkiye'de Samoa'da Ergen Olmak adıyla yayınlanmıştır). 

        Bu genel yaklaşımın dışında kırsal çalışmaların, köylülük ve tarıma (ziraat ve hayvancılık) odaklandığını söyleyebiliriz. Bunun bir nedeni 2007 yılına kadar dünya nüfusunun yarısından çoğunun kırsal alanda yaşıyor olması, diğer nedeni kırsal alanın gıda üretme kapasitesidir. Köylülük üzerine yapılan çalışmalar ancak 1940 ve 1950'lerden sonra özgün bir nitelik kazanabilmiş; köy, ayrı bir araştırma birimi olarak incelenmeye başlamıştır. Robert Redfield'ın bir Meksika köyünü ele aldığı 1930 tarihli araştırması (Tepotzlan: A Mexican Village) ve aynı köyde yaklaşık 20 yıl sonra Oscar Lewis'in araştırması (Life in a Mexican Village: Tepoztlán Restudied, 1951) antropolojide köy araştırmalarının öncüleri arasında sayılabilir. Bu yıllarda köy çalışmalarında kapitalizmin ve modernleşmenin köylere nüfuzu ana tema olmuştur. 1960'lardan itibaren köy ve köylülük iktidar ilişkileri, sömürgecilik, kapitalizmin köylere ne derece nüfuz ettiğine odaklanır. 1980'lerde ise köy, tarımsal gıdanın üretildiği yerler olarak ön plana çıkar. Bu araştırmalarda izlenen yol ise "meta analizi/zinciri (commodity chain)" adı verilen, tarımsal ürünün üretildiği köyden yola çıkarak sınırları aşan dolaşımını, bir başka deyişle değer değişimini izlemektir. Coğrafi anlamda köyün sınırlarını aşan meta zinciri çalışmaları çok uluslu şirketlerden, devletlere, gıda sanayinden tüketim alışkanlıklarına ve pazarlamaya kadar farklı alanları ele alır. Şeker, kahve ve pamuk bu anlamda izlenen belli başlı ürünlerdir. Yine bu yıllarda, tohumun metaya dönüşmesi, kapitalizmin köyü yeniden fethedişi olarak dikkat çekmektedir. Birleşmiş Milletler tarafından 2018 yılında kabul edilen "Köylü ve Kırsal Alanlarda Çalışan Diğer Kişilerin Hakları Deklarasyonu" özellikle köylülerin tohum haklarını vurgulaması anlamında önemli bir gelişmedir. 

        Türkiye'de ise kırsal antropoloji ilk olarak köy ve göçebe/lik çalışmaları anlamında yer bulmuştur. Her ne kadar "sosyolog" olarak tanımlansalar da örneğin İsmail Hüsrev'in köyü ekonomik bir birim olarak ele aldığı Türkiye Köy İktisadiyatı (1934) çalışması, Mehmet Ali Şevki'nin Kurna Köyü (1937), Sadri Aran'ın Evedik Köyü (1938) isimli monografileri ile karşılaştırmalı köy araştırmaları olan Niyazi Berkes'in 1940-42 yılları arasında yaptığı ve Bazı Ankara Köyleri Üzerinde Bir Araştırma isimli çalışması ve Behice Boran'ın Manisa'daki dağ ve ova köylerini karşılaştırdığı 1945 tarihli Toplumsal Yapı Araştırmaları - İki Köy Çeşidinin Mukayeseli Tetkiki isimli araştırması aslında, Türkiye'de kırsal antropoloji çalışmalarının öncüleri arasında sayılabilir. Nermin Erdentuğ'un 1952-55 yılları arasında Elazığ'ın sünni "Hal" köyü ve Alevi "Sün" köyleri üzerine yaptığı karşılaştırmalı alan araştırması Türkiye'de bizzat "sosyal antropoloji" adı altında yapılan ilk kırsal antropoloji çalışması sayılmaktadır. Bu araştırmalar, yapıldıkları dönemde Türkiye'nin nüfusunun yaklaşık %80'inin yaşadığı kırsal yaşamı ve özellikle de köyleri anlama çabaları olarak da önemlidir. Yine sosyoloji kökenliler içerisinde İsmail Beşikçi'nin Van Gölü çevresi ve Güneydoğu Anadolu steplerindeki göçebe yaşamı konu alan "Doğuda Değişim ve Yapısal Sorunlar - Göçebe Alikan Aşireti (1965)" isimli çalışması (doktora tezi) Türkiye'de göçebe çalışmaları anlamında önemli kırsal çalışmalardan birisi sayılmaktadır. Muhtar Kutlu'nun "Şavaklı Türkmenlerde Göçer Hayvancılık (1987)" başlıklı çalışması göçebeliği konu edinen antropoloji kökenli çalışmalara örnek olarak verilebilir. 

        Türkiye'de köy ve köylülük gibi genel konuların yanında kırsal antropoloji çalışmalarında kültürel değişim, etnisite, din ve cinsiyet gibi konuların da ele alındığını görüyoruz. Genelde yurtdışından gelen araştırmacılar tarafından yapılan bu araştırmalar arasında: Paul Stirling'in Kayseri'nin Sakaltutan ve Elbaşı köylerindeki kültürel değişimi incelediği "Turkish Village (Türk Köyü, 1965)", Micheal E. Meeker'in coğrafi anlamda geçiş bölgesinde yer almasının bir sonucu olarak gördüğü Türkiye'deki kültürel çeşitliği ele aldığı "The Black Sea Turks: Some Aspects of Their Ethnic and Cultural Background (1971)", Carol Delaney'in toplumsal cinsiyet ve İslamiyet'in günlük yaşantıdaki etkilerini Ankara yakınlarındaki bir köy örneğinde incelediği, "The Seed and The Soil (Tohum ve Toprak, 1991)", Lale Yalçın-Heckmann'ın Hakkari'nin Yüksekova ilçesinin bir köyünde yaptığı alan çalışmasını aktardığı, aşiret ve akrabalık ilişkilerinin yanında devlet ve aşiret ilişkilerini de konu edinen "Kürtlerde Aşiret ve Akrabalık İlişkileri (1980)" çalışmaları sayılabilir. 

        1950'den itibaren tarımda makineleşme ile birlikte, köyde ortaya çıkan fazla nüfusun kentlere göçü Türkiye'nin demografik yapısını değiştirmeye başladı. 1950-55, 1965-70 ve 1980-85 yıllarında üç sıçrama ile yaşanan köylerden kentlere göçün sonucunda, TÜİK verilerine göre 2019 yılsonu itibarıyla Türkiye'de kırsal alanda yaşayan nüfusun toplam nüfusa oranı %7 civarındadır (Bu oranın bu kadar düşük gözükmesindeki bir diğer neden, köy özelliğinde olup 2012 yılında yapılan idari düzenlemeyle mahalle olarak görünen yerleşim yerlerinin varlığıdır). Kırda yaşayan nüfusun azalmasına rağmen kır, köy, köylülük ve genelinde kırsal alan çalışmaları önemini korumaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi bunun en önemli nedeni kırsal alanın gıda üretme özelliği ve kapasitesidir. Temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir gıda üretimi insanlık için temel gereksinimlerden biridir. Covid-19 kökenli bir pandeminin yaşandığı şu günlerde (2020/Bahar-Yaz) bunun değerini daha iyi kavrıyoruz. Tüm bunları bir araya koyduğumuzda birbirinden farklılığı ve çeşitliliği ile kırsal alanlar/köyler antropolojinin derinliğe ve bütüncüllüğe önem veren yaklaşımı için oldukça önemli bir çalışma sahası olmaya devam etmektedir. 

        YAZAR

        Abdurrahman Yılmaz

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa