Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Canan Kaftancıoğlu’nun başına gelen malum. Sosyal medya paylaşımları nedeniyle "kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret"ten verilen 1 yıl 6 ay 20 gün ile "Türkiye Cumhuriyeti Devletini alenen aşağılamak"tan verilen 1 yıl 8 ay hapis cezaları kanunda öngörülen suç tiplerine uyduğu gerekçesiyle onandı. “Cumhurbaşkanına hakaret" suçundan verilen 2 yıl 4 ay hapis cezası ise 1 yıl 9 ay olarak düzeltilerek onandı.

        Özeti şudur: Çabucak tahliye olacağı ama başının üzerinde kılıç gibi sallanacak bir ceza verildi. Siyasi hayatı ‘kariyer’ olarak tehlikede.

        Ama Canan Hanım, “Ben titrlerle, title’larla siyaset yapmıyorum ki” diyor.

        Bu iş benim için umudu örgütleme işi. Onu da öyle ya da böyle yaparım diye baktığı mesajını veriyor.

        Sahiden sıkı bir örgütleme makinesi.

        İlginç bir kadın.

        Yargı kararını duyup yol kenarına çektiği araçtan asfalt üzerinde 2 dk video kayıt yapıp sevenlerine ‘korkmayın’ tesellisi gönderiveriyor ayak üstü. Rahat ve pratik.

        Ertesi gün kalkıp nikaha gidip gülümseyerek evli çifte mutluluklar diliyor.

        REKLAM

        Hiç bel fıtığı ve siyatik olmayacakmış gibi bir enerji.

        Bedeni ile kurduğu ilişki, kadınsı değil ama maskülen de değil, zarif. Hep pantolonlu. Motosikletli ve ciddi.

        Milliyetçi değil, ulusalcı değil. Kürt meselesi gibi, Ermeni meselesi gibi konu başlıklarında mer’i sistemle senkronize olmayan fikirlere sahip.

        Kemalist değil. Gazi Mustafa Kemal dedi de Atatürk demedi mesela, onlar vurdu, Canan durdu, geri adım atmadı.

        Hakeza daha yakınlarda "Suriyeliler gitsinnn" diye çıldıran binlerce kişilik bir Twitter space odasında "Kusura bakmayın da o olmaz, hak var hukuk var” mealinde insani ve rasyonel bir çerçeve çizdi.

        Sistemin partisinde, epey sistem dışı fikirleriyle var olabildi ve kendisini o haliyle kabul de ettirdi.

        Normalde pek de hoşa gitmeyecek maksimalist ‘iyilik’ ‘kötülük’ gibi ahlakçı kategorilerle konuşuyor ve bu tam olarak sol gelenekten gelmesiyle ilgili.

        Ama sol çevrelerde çok sık görülen “Hadi girdiğimiz odadan 8 tane fraksiyon çıkaralım ve zeki görünelim” pozlarına da yüz vermiyor. Birlikçi, beraberlikçi.

        Normal bir insanın kürekle dalacağı ön-insan topluluklarıyla sabırlı ve düzgün konuşabilmesi takdir edilesi.

        Teşkilata verdiği güven hissi ile İstanbul İl Başkanı olarak iyi bir iş çıkardı, 2019 yerel seçimlerinde karınca gibi çalıştı.

        Bence tüm bu hasletler pek çok erkekte yok, ve bunlar ulu devletimizin erkeklerini çok sinirlendiriyor.

        REKLAM

        Yıllardır linç ediliyor Kaftancıoğlu.

        Giderek daha makul ve ılımlı bir profil olmasına rağmen, o eski vurdulu kırdılı Kaftancıoğlu imajı adeta sabitlenmek istendi ve AK Partililer nezdinde başarılı da olundu.

        Ama elbette yetmedi.

        İl başkanı olmadan çok önce yaptığı paylaşımlar arandı tarandı bulundu ve paylaşılmasının üzerinden yıllar geçtiği halde yargı konusu oldu.

        Minarenin tepesine çıkana kadar beklediler, şimdi oradan aşağı atmak için sırtındaki ağırlıkları alıp ayaklarına bağlıyorlar.

        Çünkü sistem böyle çalışıyor.

        Pusu kuran bir sistem bu.

        Sistemle, muktedirle uzlaşmadıysan ve yeterince önemli bir yere geldiysen her şey aleyhine döner. Uzlaşıyorsan sorun olmaz, henüz önemsiz biriysen de sorun olmaz ama o ağırlıklar, kenarda sessizce birikmeye devam eder.

        Bu sistemin mekaniği kendisiyle uzlaşmayan herkese tuzak kurma üzerinedir.

        Şu an bu mekanikten zarar görmeyenler, bu şemayı işletenler, kendisine dokunmayacağını zannedenler, yarın sistem/rejim tarafından tehdit olarak görüldüklerinde, taraflar yer değiştirir, akrep ve yelkovan yer değiştirir ve bu böyle uzar gider.

        Siz buna hukuk diyebilirsiniz. Adalet diyebilirsiniz.

        Bana zaman ayarlı bomba gibi görünüyor.

        Ve buna olan itirazım, Kaftancıoğlu’nun fikirlerine duyduğum tepkiden daha güçlü.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Yakamoz devletten izin almalı mıydı?

        Yakamoz devletten izin almalı mıydı?
        0:00 / 0:00

        Erşan Kuneri’ye büyük beklentilerle başladım. Büyük hayal kırıklığı yaşadım. İlk bölüm epey kötü geldi, ikinciyi izler miyim bilmiyorum.

        Yakamoz S-245’e geçtim.

        İyi ki de öyle yapmışım.

        Bir Başkadır’dan sonra ilk kez bir Türk dizisinin yedi bölümünü aynı gün içtim.

        Yerli dizilerdeki yavaşlık, yapaylık, yavanlık ve yağdanlık sorunlarından hiçbirini taşımıyor çünkü.

        Bilakis ritim, olay örgüsü, kurgu ve güçlü alfa karakterleriyle aldı uçurdu.

        Tabii en büyük güzelliği Belçika yapımı Into the Night’ın eş öyküsü ya da spin off’u olmasından kaynaklanıyor.

        “Into the Night” adından anlaşılacağı gibi sürekli gecenin içine doğru kaçmak zorunda kalan bir grup insanın öyküsüydü.

        Hikaye güneşin infilak etmesi ve açığa çıkan gama ışınlarının insanları öldürmesi nedeniyle çeşitli milletlerden farklı meşreplerden bir uçak dolusu insan Batı’ya doğru yol almaya başlıyordu.

        Yol boyunca karakterlerin karşılaştıkları sınamalar nedeniyle ne kadar geliştiklerini ya da bilakis infilak ettiklerini izledik. Sığınak arayışı ve güvenli bir limana varış gerçekleştiğinde ise hiyerarşi ile, kriz anlarında ortaya çıkan özgürlüğü ve mantığı güvenlikçi anlayışa feda etme dayatması ile baş etmeye çalıştılar. Güzeldi.

        REKLAM

        ITN’de güneşe uçak ile direnenlerin yerini Yakamoz S-245’de bir denizaltı alıyor.

        Meğer ITN’da ara ara gördüğümüz denizaltı da bizim denizaltıymış.

        Alman’ı Rus’u İngiliz’i “O zaman kim attı bu füzeleri ?” diye kara kara düşündüren Belçika yapımı Into the Night Türk savunma sanayiinin gizli reklam kampanyasını yapmış meğer.

        Doğuya atar, Batı’ya gider, hedef 2023 esprisinin hem yeri hem zamanı.

        Neyse efendim, bir bilim adamı ekibinin butik denizaltısı ile Deniz Kuvvetlerine ait Yakamoz S-245’in yolu Kos adasında kesişiyor. Bilim adamları ekibi ile askerin denizaltısına geçiyor ama aralarındaki kutuplaşma Arman ve Umut adlı iki alfa karakter üzerinden dizinin omurgasına yerleşiyor.

        Arman uzlaşı, akıl ve pratikliği, Umut ise sorumluluk duygusunu, şüpheciliği ve çoğunluğun menfaati için zor kararlar almaktan çekinmemeyi, afedersiniz epey de zorbalığı temsil ediyor.

        Dünyanın yeni gerçekliği mekan, keşif ve gıda araştırmaları sırasında temposu düşmeden bir bir açılırken, bizim denizaltı yeni başlayanlar için siyaset felsefesi atölyesine dönüşüyor.

        Into the Night’ın Ayaz karakteri (Mehmet Kurtuluş), ikinci sezon final bölümünde bizim Yakamoz’un Arman karakteri (Kıvanç Tatlıtuğ) ile karşılaşmıştı.

        Kıvanç Tatlıtuğ
        Kıvanç Tatlıtuğ

        Yakamoz sezon finalinde de olay yeri ve karakterler karşılaşıyor. Into the Night’taki Mehmet Kurtuluş, Yakamoz’daki Kıvanç Tatlıtuğ’a kurşun sıkıyor cancağızım.

        REKLAM

        Hem de “Türk müsün kardeşim?” “Evet Türk’üm kardeşim, bırak o silahı” repliğinden 2 saniye sonra.

        Oy ki oy.

        Kıyamet hali tabii, sinirler harap.

        Umarım Yakamoz’un ikinci sezonu hemen çekilir.

        Umarım iki dizi birleşip tek dizi olmaz. ‘Flash’ ve ‘Arrow’un ara ara çakışıp ortak görkemli bölümlerin ortaya çıkması gibi Into the Night ile Yakamoz da öyle paralel gider.

        Umarım "Bu dizi için devletten izin alındı mı!” diyenler, vay efendim “Türk Deniz Kuvvetleri kötü gösteriliyor” diye öfkelenenlerin borusu ötmez.

        Aslına bakarsanız kimsenin kötü gösterildiği filan da yok.

        Yeryüzünde hayat bitmişken rütbesini astını üstünü pek düşünmeyen normal insan delirmişliği var sadece.

        Ertan Saban
        Ertan Saban

        Stresle başa çıkamayan, sorumluluk duygusuyla öfkesi arasında gidip gelen, komplocu, sorunları zor yoluyla çözmeye alışmış ikinci komutan Umut karakteri var. Gayet komplike bir karakter ve şimdiden fanları oluşmuş durumda. Neden? Çünkü gerçekçi. Ertan Saban harika oynamış.

        Bir de kıyamet ortamını sivil refüze etmek için araçsallaştıran Altan var.

        Ama olur o kadar. Bilmediğimiz şeyler mi?

        Bütün apokaliptik dizilerde uzun vadede işe yarayacak olan bilim adamları, hekimler baskılanır, hatta bazen harcanır, elinde silah olanın kontrolsüz liderlik istenci öne çıkar.

        Bu bir onaylama değil, evrensel bir önkabul.

        REKLAM

        İnsanlık tarihinin, yakın ve uzak siyasi tecrübelerin muhtemel kriz ve kaos anları için sanatçılara verdiği bir tahmin hakkı vardır ve kimse o hakkı yasaklayamaz.

        Sözün özü, ben diziyi çok sevdim. Tolga Karaçelik ve Umut Aral elini çabuk tutsun.

        İnşallah tez zamanda devamı gelir.

        Başlıktaki soruya gelince…

        Cevap tabii ki "Ne münasebet?"

        Devlet bir şeyleri denetlemek istiyorsa, Isparta’yı dört gün elektriksiz bırakan holdingleri denetlesin. Bilimkurgu dizilerini değil.

        Diğer Yazılar