Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’nin yeni dünyadaki yerine ve rolüne dair kafa karışıklığı, en azından siyasetin ve toplumun geniş kesimlerinde devam ediyor.

        Umut edelim ki bu durum “devlet aklı” diye tanımlanan alanda geçerli olmasın. Zira dünyanın yeniden şekillenmesine dair akış giderek hızlanıyor.

        Dün bu sürece dair çok önemli bir gelişme yaşandı.

        Ülkemizin en büyük yatırımlarından Akkuyu Nükleer Güç Santrali açıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın canlı bağlantıyla katılıp dile getirdiği şu değerlendirmesinin altını çizelim:

        “Bugün Türkiye'yi dünyanın nükleer güç sahibi ülkeler arasına sokacak büyük hamlenin sevincini paylaşmak için bir aradayız. Akkuyu NGS'nin üretime geçmesinden bir önceki aşaması olan nükleer yakıtların santral sahasına getirilmesine şahitlik ediyoruz. Ülkemiz 60 senelik gecikmenin ardından nükleer güç sahibi ülkeler ligine yükselmiştir.”

        Rusya Devlet Başkanı Putin de, törene canlı bağlantıyla katıldı ve "Akkuyu Nükleer Santrali, Türk-Rus tarihinin en büyük projelerinden biri. Sıfırdan yeni bir sektör kurmak ve santralin inşası, Erdoğan ve Türkiye hükümeti ülke ekonomisinin gelişimi için ne kadar büyük hizmetlere imza attığını gösteriyor.”

        Putin konuşmasının devamında Cumhurbaşkanı Erdoğan’la konuştuğu pek çok ortak projeden söz etti. Hemen hepsi büyük ölçekte projeler.

        TÜRKİYE-RUSYA BÜYÜK ADIMLAR

        Kuşkusuz Türkiye-Rusya ilişkileri, bundan 8-10 yıl öncesi için tahayyül edilemeyecek bir noktaya geldi.

        Suriye politikamızdaki 2016 sonrası değişim, ABD’nin ilgi alanlarının farklı coğrafyalara yönelmesi, ancak yanısıra Türkiye’nin hemen yanıbaşında bir devletimsi yapıya açık destek vermesi, küresel ölçekteki yeni dizilişler, Biden yönetimiyle birlikte ortaya çıkan “yeni konsept” ve daha pek çok etkenle ilişkiler gelişti, sadece ekonomik boyutlarıyla değil, stratejik sonuçları itibarıyla da farklılaştı.

        ABD/NATO tarafından Yunanistan’ın “fiili sınır” haline getirilmesi, Türkiye’ye yönelik diğer hamlelerle birlikte muhtemel “rol haritamızı” şekillendirmeye başladı.

        Bütün bu gelişmeleri, Türkiye’nin artık Rusya üzerinden yeni bir dünya tasavvuru oluşturduğu, böylece Batı ekseninden koptuğu ya da ilişkilerini zayıflattığı şeklinde yorumlayanlar var. Katılmasam da bu değerlendirmelerin gerçeğe dokunan pek çok parçası olduğunu söyleyebilirim.

        Rusya ve elbette Çin’in, hemen ardından dünyanın öteki yanındaki diğer güçlü ülkelerinin oluşturduğu alana ilgisiz kalmamız elbette beklenemez. En basit ifadesiyle muazzam bir pazar ve dinamik bir “öteki dünya” burası.

        ABD merkezli Batı ittifakıyla olan ilişkilerimizin yeniden tanımlandığını, bu tanımın alışageldiğimiz ezber ve kalıpları hayli zorladığını, ortaya çıkacak yeni durumu anlamak için daha fazla çabaya ihtiyacımız olduğunu burada sıkça tartıştım.

        Öte yandan yine zihnimizde canlansın diye öyle ifade ediyorum, Doğu’ya doğru hareketlenmemizi, tamamen Batı’ya karşı hamle yahut kopuş olarak değerlendirmeyi de aceleci, eksik ve dünyayı okumaktan uzak gördüğümü de sıkça aktardım.

        RUSYA'NIN BAKIŞ AÇISI

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İstanbul Finans Merkezi’nin açılışındaki şu cümlelerini yeniden hatırlatmak istiyorum:

        “Küresel finansın ağırlık merkezi giderek daha belirgin bir şekilde batıdan doğuya doğru kayıyor. Bu çerçevede Asya ve Avrupa arasında artan ticari rekabet ile ülkemizin jeopolitik konumu, İstanbul'un önünde yeni fırsat pencereleri açıyor.”

        Aynı Türkiye’nin Finlandiya’nın NATO üyeliğine geçit vermesi, bu ülkeyle Rusya arasındaki muazzam sınır uzunluğu dikkate alındığında stratejik açıdan üreteceği sonuçlar da bu tartışmalarda yeterince yer bulmuyor.

        Belki de seçim yaklaştığı içindir, Türkiye’nin son yıllardaki Kafkaslar ve Orta-Asya ilgisinin ne anlama geldiği üzerinde de neredeyse hiç konuşmuyoruz.

        Peki, Türkiye tarafından meseleyi konuşmayı bir kenara bırakıp bugün şu soruyu soralım.

        Rusya, bu yeni dengenin oluşumunda kendisinin lehinde görünmeyen gelişmelere nasıl bakıyor?

        Türkiye’nin her hamlesinin, kendisiyle ortak gelecek kurgusu için olmadığını pekala biliyor Moskova.

        Ancak Ankara’nın oluşturduğu dengenin kendisi açısından ortaya çıkardığı avantajları dikkatle değerlendiriyor ve adımlarını ona göre atıyor.

        Çok basitçe ifade edelim. Türkiye’yi kollamıyor, kendi çıkarlarını korumaktan başka bir derdi yok.

        Bu yeni dengelerin oluşumunu daha çok tartışabilsek, kendi geleceğimize dair daha fazla fikrimiz olacak

        Bir sonraki yazıda bu konuyla bağlantılı, bana göre seçim sürecinde ve sonrasında hayati önemde olan bir konuyu ele almak istiyorum.

        Özeti şu: Yeni bir dünyada kendimize yer tutmaya çalışırken, toplumun özgürlük, adalet ve hukuk talepleri konusunda nereye doğru gidiyoruz.

        Yarınki yazıya…

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar