Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’de 20 yıllık AK Parti iktidarları döneminde belli bir gelir düzeyine ulaşan orta sınıfların politik tercihleri hep belirleyici oldu. Demokratik temsilin işlediği her ülkede böyle olması da doğal zaten.

        Bu sınıfların tanımı, karşılığı ve ölçeği, bu 20 yıl boyunca değişti, genişledi ve büyüdü. O nedenle siyasete, dolayısıyla da kendi geleceğine bakışları ciddi dönüşümlere uğradı.

        Öncelikle ideolojik bağlar zayıfladı. Esasen orta sınıfların ideolojik bağları her zaman gevşektir. Belki daha doğru tanım; kendi taleplerine ve arayışlarına uygun söylemlerle bir şekilde bağ kurduklarıdır.

        Bu anlamda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın liderliği ve AK Parti’nin ortaya çıkardığı zemin kuşatıcı ve sahiciydi. Belli düzeyde ideolojik bir çekirdeğin etrafına, geniş kesimlerin desteğini deyim yerindeyse ördü ve merkezde tuttu.

        Bugün karşımızda önemli bir değişim süreci yaşanıyor. Öncelikle ekonomide hemen tüm gelir gruplarını etkileyen bir düşüş ve ciddi bir enflasyon var.

        Hükümetin bu sorunla mücadele ederken elinde tutması gereken en büyük avantaj “güven”. Geçmişteki başarı hikayelerinin ortaya çıkardığı krediler, bu güveni yeterince beslemiyor. Burada özellikle AK Parti’nin kendisini iktidara taşıyan ve orada tutan dinamiklerle (özellikle de orta sınıfla) bağının zayıfladığını, üstelik mevcut tabloda bunu gözden geçirme konusunda yeterince istekli olmadığı dikkat çekiyor.

        CUMHURBAŞKANI NEREYE BAKIYOR

        Cumhurbaşkanı'nın bu gelişmeleri, partinin/teşkilatların ve toplumun nabzını yakından takip ettiğini, sürecin bu yönde değişimlere açık olduğunu öngörüyorum.

        Gençlik yıllarından itibaren teşkilat tecrübesi olan bir liderin, 20 yıllık iktidar döneminde yorgunluğu ve yıpranmışlığı üzerinde duranlar var. Haklı olabilirler. Ama aynı liderliğin beklenmedik zamanlarda yaptığı çıkış ve hamlelerle bugünlere geldiğini de unutmamak lazım. Teşkilattan partinin geneline, oradan bürokrasi ve hükümete kadar geniş bir alanda yaşanan sıkışmayı Erdoğan’ın görmediği kanaatini kesinlikle paylaşmıyorum.

        Ağustos itibarıyla bu yönde bir hareketlilik yaşanacağını tahmin ediyorum.

        DÜNYADAN KOPUK SİYASET

        Öte yandan daha ilginç bir nokta, ekonomideki sorunları merkeze alarak muhalefet etme arayışlarının beklenen sonucu vermemesi. Toplumsal beklentileri ve değişim arayışını karşılama anlamında ne muhalif ittifakın ne de kurulan masaların sahici bir karşılığı var.

        Bunun aslında kolay anlaşılır nedenleri var.

        Olup biteni entelektüel zeminde değil, tecrübe ve pratiğiyle algılayan toplum, dünyadaki gidişatla Türkiye’nin geleceği arasındaki bağı dikkatle takip ediyor.

        Dünyanın gündemi, Türkiye’nin de ana gündemi. Küresel ölçekteki yaptırımlardan yeni savaş araçlarına kadar her şey, dünya tarihinde hiç olmadığı kadar etkili ve yakıcı sonuçlar doğuruyor.

        Bunları dikkate almayan bir gelecek önerisiyle siyaset yapmanın karşılığı yok.

        Mesela muhalefet cephesinin özellikle medya araçları üzerinden desteklediği “Dış politika karın doyurmuyor” söyleminin bir siyaset alanı oluşturduğunu düşünenler yanılıyor.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya üzerinden NATO’ya ve Batı’ya verdiği mesajları önceki yazıda “ezber bozan” olarak tanımlamıştım.

        Şu tepkiler gerçekten vahim: “Türkiye taviz koparmak için bunu yapıyor. O yüzden ciddiye alınmıyor.”

        Öncelikle pekala ciddiye alınıyor, tablo ortada. Dahası ve söylenenlerin tam tersi, dış politikanın önemli bir boyutu “taviz”ler üzerinden şekillenir. Yeri geldiğinde alır, bazen de vermek zorunda kalırsınız. Bunun ayıp ve tuhaf karşılanması, yazık ki Erdoğan’ın oyun kurucu rolünün devam etmesine duyulan tepkiyle ilgili.

        YENİ DİL, YENİ SİYASET

        Önümüzdeki dönem, oyun kurabilme kabiliyetinin, neredeyse çeyrek asırdır hiç olmadığı kadar değer taşıdığı bir zaman dilimi.

        Rusya-Ukrayna krizinde kurduğumuz dengenin de yansıması ve etkileriyle, Türkiye’nin güney sınırlarındaki hamlelerimiz zenginleşerek devam edebilir. Zemin, şartlar ve tecrübemiz buna son derece uygun.

        Her türlü siyasi çekişmenin üzerine çıkarak bakmayı denersek şunu görebiliriz. Türkiye, kendisine tehdit olarak dayatılan araçları ve oyun kurgularını adresine iade etme kararlılığını, askeri ve istihbari başarılarıyla sürdürüyor.

        Şimdi bu kararlılığı, yakın coğrafyamızı kuşatan, iç dengelerimizde halen bir fay hattı olan sorunları hafifleten bir “barış”a dönüştürme vakti.

        Bunun için yeni araçlara ve güç unsurlarına ihtiyacımız var. Siyasete ihtiyacımız var, yeni bir dile ihtiyacımız var.

        Ülkemize dair iddiası olan herkesin, öncelikle bakması gereken yer burası. Adınızın, partinizin yeni olmasının değil, geleceği doğru öngörmenizin açacağı bir yol bu.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar