Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünya prömiyerini geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nde Yönetmenlerin 15 Günü bölümünde yapan ‘Beş Şeytan’ (Les cinqs diables), fantastik öğelere sahip gizemli bir hikâyeye sahip. Yönetmen Léa Mysius’un senaryosunu Paul Guilhaume ile birlikte yazdığı film, Fransa’nın Auvergne-Rhône-Alpes bölgesinde, dağların eteğinde bir kasabada geçiyor.

        Rüya mı, gerçek mi olduğunu tam olarak kestiremediğimiz açılış planından sonra havuzda çalışan yüzme öğretmeni Joanne’ı (Adèle Exarchopoulos) ve 8-9 yaşlarındaki kızı Vicky’yi (Sally Dramé) tanıyoruz. Vicky’nin insanüstü diyebileceğimiz koku alma yeteneğini annesiyle birlikte keşfediyoruz. Joanne, kızının yeteneğini itfaiyeci eşi Jimmy (Moustapha Mbengue) ile paylaşmak istemiyor. Babasına (Patrick Bouchitey) yaptığı ziyarette Jimmy ile aralarında bazı duygusal sorunlar olduğunu da öğreniyoruz.

        Asıl sorun ise Jimmy’nin kız kardeşi Julia’nın (Swala Emati) yıllar sonra gelmesiyle başlıyor. Joanne, Julia’yı evde istemediğini açıkça söylüyor Jimmy’ye. Dahası, başta Vicky’nin dedesi olmak üzere kasabadaki insanların Julia’nın gelişinden rahatsız olduğunu görüyoruz. Tüm bunların nedenlerini merak ederken küçük Vicky’nin yeni bir yeteneğiyle karşılaşıyoruz.

        Okulda akran zorbalığı mağduru yalnız bir çocuk olan Vicky, annesiyle geçirdiği zaman dışındaki boş vakitlerinde kavanozların içinde kokular hazırlıyor ve onları sınıflandırıyor. Halası Julia için hazırladığı kokunun etkisi ise çok farklı oluyor: Vicky aniden bayılıyor ve bir çeşit zaman yolculuğu yaşıyor. İlk yolculuğunda neler olup bittiğini pek kestiremiyoruz ama tanık olduğu olaydan annesi, babası ve halasını başka bir zaman diliminde gördüğünü çıkarıyoruz. Öykü ilerledikçe Vicky’nin zaman yolculukları sırasında henüz dünyaya gelmediği bir döneme gittiğini fark ediyor ve onunla birlikte filmin ilk bölümünde tanıdığımız karakterlerin geçmiş hikâyesini takip etmeye başlıyoruz.

        Adını Joanne’ın çalıştığı spor merkezinden alan ve filmdeki beş temel karakteri de akla getiren ‘Beş Şeytan’, fantastik yanı ağır basan bir hikâye anlatıyor aslında. Vicky, ilk bakışta X-Men filmlerindeki mutant çocukları hatırlatıyor. Ama süper güçten ziyade halasıyla ikisini birleştiren doğaüstü bir boyuttan söz edebiliyoruz sadece…

        ‘Beş Şeytan’ bu doğaüstü motifi, geçmişteki büyük acılar çevresinde dönen bir aşk öyküsüyle birleştiriyor. Karakter psikolojilerinin öne çıktığı bir film seyrediyoruz. Vicky, kendisinden saklanan gerçekleri keşfetme sürecinde öfkeleniyor ve mutluluğunun önünde engel olarak gördüğü halasının karşısına geçiyor.

        Film, Vicky’nin ailesinin gizemlerini öğrenme süreci içindeki tepkileri ve yaşadığı değişim üzerine kurulu… Öte yandan, Vicky sadece şimdiki zamanda değil, geçmiş zamanda da olayların akışında direkt etkilere sahip olan, yaşanan her şeyin nerdeyse merkezinde duran aktif bir karakter. Dolayısıyla, bir büyüme hikâyesi var karşımızda. Vicky eylemlerinin çok kritik sonuçlar doğurabileceğini görüyor; bencilliğin, benmerkezciliğin trajik sonuçları olabileceğini anlıyor. Daha önemlisi, yetişkinlerin dünyasının hiç de dışardan göründüğü gibi olmadığını fark ediyor; aşkın ve cinsel yönelimin yetişkinler dünyasındaki yerini keşfediyor.

        Bu arada, her şeyin kökeninde onu diğer insanlardan ayıran kokuları ayırt etme gibi özel bir yeteneği olduğunu unutmamak gerek. Doğadaki tüm kokuları birbirinden rahatlıkla ayırt eden, onları sınıflandırmayı seven Vicky, finale doğru kendisi ve çevresindeki insanların duygularını ayrıştırmanın, tanımlamanın, sınıflandırmanın çok daha zor, nerdeyse imkânsız bir şey olduğunu anlıyor. Keşfettiği bir başka şey; kendisi dahil herkesin birbirine istemeden büyük zararlar verebileceği ve başkalarının şeytanı olabileceği…

        REKLAM

        Öte yandan, bütün öykünün Vicky ile annesi arasındaki ilişkiyle ilgili olduğu da öne sürülebilir. Vicky, birçok çocuk gibi annesini kimseyle paylaşmak istemiyor. Ailesini dışardan gelen tehlikelere karşı koruma arzusu da önemli… Film, bir yanıyla Vicky’nin var olan durumu ‘muhafaza’ etme isteğinin değişmesi ve annesini anlamasıyla ilgili.

        Vicky üzerinden baktığımda hikâyenin iyi işlediği kesin. Ama sadece onun bakış açısını takip eden bir film değil ‘Beş Şeytan’… Mesela annesi Joanne’in yaşadığı değişim süreci, o kadar iyi anlatılamıyor. Spor merkezinde çalışan Nadine’i (Daphne Patakia) de dahil edersek dört yetişkin insanın kötü sonuçlar doğuran bir olaya verdikleri tepkiler üzerine şekillenen bir film var karşımızda. Finalde geçmişte neler olup bittiğini nihayet anlıyoruz belki; ama Jimmy ve Nadine’in süreci hangi psikolojiyle nasıl yaşadığını pek kavrayamıyoruz.

        İkna olamadığım bazı yanlarına rağmen ‘Beş Şeytan’ın fikrini ve öykünün çıkış noktasını sevdim. Özellikle Vicky’nin ‘kokular üzerinden geçmişe gitmesi’, ‘aynı kandan geldiği halası Julia ile özel bir boyutu paylaşması’ gibi doğaüstü öğelerin metafora dönüşmesi iyi işliyor. Sonuçta, Vicky ile Julia, Joanne için aslında bir elmanın iki yarısı gibiler… Ama hayatın akışı içinde istemeden karşı karşıya geliyorlar.

        Yönetmenliği de sevdim. Léa Mysius, 2017’de Cannes’da Eleştirmenlerin Haftası’nda gösterilen ‘Ava’dan sonra çektiği ikinci uzun filminde, karakterlerin yaşadığı dağlık bölgeyi özenle tasvir ediyor. Havuzda çalışan Joanne’ın düzenli olarak dondurucu soğukta göle girip yüzmesi dahil doğayı filmin bir parçası haline getiriyor.

        Açılış jeneriğinden başlayarak filmini şarkılarla bölüp ayırıyor Mysius. Drone çekimleriyle sık sık Tanrısal bakış açısını kullanıyor, bölgeye yukardan bakıyor. Özellikle Bonnie Tyler’ın 1983 tarihli ‘Total Eclipse of the Heart’ şarkısına öykünün akışında da anahtar bir işlev yüklüyor. Bu arada, karaoke sahnesinde Adèle Exarchopoulos ve Swala Emati’nin etkili performanslar çıkardığını belirtelim. Filmin ana karakteri Vicky’yi canlandıran Sally Dramé’nin de iyi yönetildiğini düşünüyorum. Léa Mysius, çocuk oyuncusundan sade ve doğal bir performans elde etmeyi başarıyor.

        Filmin senaryosunda da imzasını gördüğümüz görüntü yönetmeni Paul Guilhaume, iç mekânlardaki birçok çekimde renk paletini, sıcak sarı ve kırmızının tonları üzerine kuruyor. Bu tercih, olay örgüsünün temelindeki yangın üzerinden sahneleri görsel duygu olarak birbirine bağlıyor. (MUBI)

        6.5/10

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar