Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Stephen King’in 1980 yılında yayımlanan ‘Firestarter’ adlı romanı ilk olarak 1984’de uyarlandı sinemaya. Başrolde ‘E.T.’ (1982) ile dikkat çeken 9 yaşındaki Drew Barrymore vardı. Eleştirmenlerin pek beğenmediği film, gişelerde orta halli bir performans gösterdi. İlkinden 38 yıl sonra geçtiğimiz cuma günü seyircilerle buluşan ikinci uyarlamanın gişelerde ne yapacağını kestirmek zor ama eleştirmenlerin gözünde ilkini aşabildiğini söylemek mümkün değil.

        2022 yapımı ‘Tepki’ (Firestarter), istediği her şeyi ateşe verme yeteneğiyle doğan Charlie (Ryan Kiera Armstrong) ile anne ve babasının hikâyesini anlatıyor. Filmin ilk bölümünde, her şeyin kökeninde Charlie’nin ebeveynlerinin üniversite yıllarında biraz para kazanmak için katıldıkları bir çeşit ilaç deneme testi olduğunu görüyoruz. Eski usul ‘analog video bant’ dokusuna sahip arşiv görüntülerinde, Andy (Zac Efron) ve Vicky’nin (Sydney Lemmon) çok saf olmadıkları, testi yapanlara pek güvenmedikleri anlaşılıyor. Ama bir şekilde dönüşsüz yola giriyorlar.

        Film ilerledikçe, test aşamasında aldıkları kimyasallar sonucunda kazandıkları özel güçlerin onları çok da mutlu etmediğine tanık oluyoruz. Göz teması kurduğu insanlara istediğini yaptırmak becerisine sahip Andy, gücünü kimilerini sigaradan kurtarmak gibi işlerde kullanarak Yaşam Koçu adı altında geçimini temin ediyor. Ama gücünü her kullandığında kendine fiziksel zarar veriyor.

        İlkokul öğrencisi olarak tanıdığımız küçük Charlie ise gücünü yeni yeni keşfediyor. Babasının ısrarlı telkinleri sonucunda etrafı ateşe vermemek konusunda kendini kontrol etmeye çalışıyor. Ne var ki, sürekli ona sataşan zorba sınıf arkadaşı nedeniyle öfkesini dizginlemekte çok zorlanıyor. Annesi Vicky, Charlie’nin gücünü nasıl kullanacağı konusunda eğitim almasından yana. Babası ise en iyi yöntemin gücünü bastırması olduğunu düşünüyor.

        REKLAM

        Bu arada, Charlie’yi yıllar önceki deneyi yapan devlet biriminden saklamak için bütün hayatlarını görünmez olarak geçirmek zorundalar. İnternet, sosyal medya ve akıllı telefonlardan uzak duruyorlar ama sonuçta karşılarında devletin gücünü kullanan insanlar var.

        ‘Tepki’nin konusu, kâğıt üzerinde bakıldığında bazı ilgiye değer noktalara sahip. Ergenlik çağına yaklaşırken özel güçlerini keşfeden bir kız çocuğu; onu büyütmekte zorlanan ebeveynler ve saklanma zorunluluğu… Derin devlet üzerinden öyküye politik alt metinler eklemek gibi olanaklar da var. Ki alt metinsiz bir Stephen King metni bulmak zordur. Ama senaryonun tek derdi, öyküyü düz şekilde anlatmak; karakterler de sığ ve renksiz olunca, seyirciye olay örgüsünü takip etmenin ötesinde pek bir şey kalmıyor. Sözgelimi, Charlie’yi yakalaması için görevlendirilen Amerikan yerlisi Rainbird’in (Michael Greyeyes) aslında anahtar bir karakter olduğu aşikâr ama kendisiyle duygusal bağ kuramıyor, davranışlarının nedenlerini anlamakta zorlanıyoruz. Olay örgüsü de öyle çok ilgiye değer olmayınca, ‘Tepki’ sadece hikâye nereye varacak diye seyrettiğiniz bir film olup çıkıyor. Oyuncular ellerinden gelenin en iyisini yapıyor ve yönetmen Keith Thomas, bir şekilde filmin akıp gitmesini sağlıyor. Dolayısıyla, çok sıkılmadan seyrediyorsunuz. Buna karşılık, kendi adıma hiçbir sahnesinden etkilendiğimi söyleyemem.

        Belki en doğrusu, ‘Tepki’yi her şeyiyle gerçek bir korku gerilim filmi olarak tasarlamaktı. İlk bölümdeki karanlık atmosferi düşündüğümüzde, yönetmen Keith Thomas ve senaryo yazarı Scott Teems’in ilk hedefinin korkutmak olduğunu görüyoruz ama ‘Tepki’nin seyirciyi çok korkutamadığı kesin. Belli ki hedef gerilim dolu sahneler ama kendi adıma pek heyecanlandığımı söyleyemem. Ayrıca, aksiyon filmlerini akla getiren çatışma sahneleri de var. Buna karşılık, bilimkurgu yanı zayıf ve yetersiz. Sonuçta, ‘Tepki’ hiçbir türün tam olarak ağır basmadığı ortaya karışık bir film.

        REKLAM

        Filmin hikâyesinde olduğu gibi biçimsel tasarımında da katman yok. Mesela, 1980’lerde geçen bir film olsa veya o yıllarda çekilen korku-gerilim filmlerinin havasını taşısa, filme biraz renk ve ruh gelebilirdi. Her şey bir yana, kendi yazıp yönettiği ‘The Vigil’ ile 2019’un en beğenilen korku filmlerinden birine imza atan Keith Thomas, daha tutkulu ve biçimci bir anlatım ortaya koysa, film belki daha iyi olabilirdi. Ama bunun yerine günümüzde geçen ve ‘süper kahraman filmleri kulvarı’na girmeye çalışan düz bir filme imza atıyor.

        Charlie, anne ve babasının telepatik becerilerinin çok ötesinde bir süper güce sahip. ‘Çocuk ve süper güç’ teması üstünden düşündüğümüzde, film hem demode hem zayıf kalıyor.

        Stephen King romanı yazdığında ana akım sinemada bu kadar güçlü ve yaygın bir süper kahraman geleneği yoktu. Daha önemlisi, sinemacılar ve yazarlar, süper kahramanların psikolojik sorunlarla dolu çocukluk ve gençlik yıllarına henüz ilgi duymuyorlardı. Özetle kendi dönemi içinde görece olarak yeni ve özgün bir konuya sahipti. Ama süper kahraman janrı açısından bakıldığında, aynı hikâyenin 2022 itibarıyla fazla bir özelliğinin kaldığını söylemek zor. Açıkçası, geçip giden yıllar içinde çok daha iyilerini seyrettik. X-Men filmlerindeki ergen mutantların psikolojik sorunları ve süper kahramanların çocukluklarına kadar uzanan yaşam öykülerini düşündüğümüzde ‘Tepki’, derin göllerin yanında su birikintisi gibi kalıyor.

        1984 yapımı ilk ‘Firestarter’ın yapım öyküsünü okuduğunuzda stüdyonun projeyi ani bir kararla yönetmen John Carpenter’ın elinden alıp Mark L. Lester’e verdiğini görüyorsunuz. Carpenter’ın iki ayrı yazara iki ayrı senaryo yazdırdığını da unutmamak gerek. Stephen King uyarlaması konusunda ‘Christine’ (1983) ile tecrübesi olan Carpenter belli ki proje üzerine çalışmış ve konseptini belirlemişti. Stüdyonun projeden el çektirmesinin nedeni ise Carpenter’ın bugün korku gerilim türünün esin verici modern klasiklerinden biri olarak kabul edilen ‘The Thing’ filminin gişelerde yaşadığı hayal kırıklığıydı.

        İlk filmin eleştirmenler tarafından başarısız bir Stephen King uyarlaması olarak gösterilmesi ve 38 yıl sonra hatırı sayılır bir bütçeyle çekilen ikinci uyarlamanın ilkinden bile kötü bulunması, Carpenter için şiirsel adalet gibi sanki…

        Peki, Carpenter’ın bu filmin müziklerini oğlu Cody Carpenter ve Daniel A. Davies ile yapmasına ne dersiniz? Stüdyonun Carpenter’a bir jest yapmak istediği kesin. İronik olan nokta ise elektronik tınılı müziğin, filmin en iyi yanlarından biri olması…

        5/10

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar