Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Yeni başlayan 20. yüzyılın ilk mayıs ayında, İstanbul yakınındaki bir köyde bir Bulgar çocuğu olarak dünyaya geldim. Vatanından uzak bir yerde doğan bir Bulgar çocuğu, zira doğduğum yer hem dil hem din açısından bana yabancıydı.

        Tabii ki bu meseleler beni ilgilendirmiyordu; kıyısında doğduğum ve Boğaz denilen suşeridi Karadeniz’den başlıyor ve İstanbul civarında genişliyordu. Karadeniz’in suları da buradan akarak Çanakkale Boğazı’yla Akdeniz’e katılıyordu. Acaba aklanmak paklanmak için mi?

        İstanbul yakınındaki bir köyde dünyaya geldim dedim, ama sakın yanlış anlaşılmasın. Köy dendiğinde genelde hayalimizde şehirden uzakta, ücra bir yerleşim canlanır. Ne ki benim köyüm engin İstanbul’un bir devamıydı. Şehrin kuzeyinde, Karadeniz yönünde, 25 kilometrelik bir şerit boyunca böyle koskoca köyler serpilmişti. Bazı köyler de birbiriyle bitişmiş, şiddetli bir fırtına onları silip süpürmesin diye sanki birbirleriyle kenetlenmişlerdi.

        Ancak mayıs ayının ortasındaki fırtına ve afetleri unutalım, zira doğa sevinçten ve mutluluktan çılgınca ziyafet çekiyordu. Denizin üzerindeki hava o denli saydam ve temizdi ki doğduğum yuva olan Ortaköy’den Boğaz’ın Anadolu yakası gayet net görünüyordu. Kıyı ne kadar yeşilliğe bürünse de beyzade ve paşa köşkleri de, hizmetçilerin gecekonduları da görünüyordu. Kelebeklerin renkleri bile. Galiba böceklerin vızıltısı da duyuluyordu. Nasıl olur da bülbülü unuturuz? Sadece Avrupa bayram etmiyordu mayısta, onun kız kardeşi Asya da!”

        BİR ÇOCUĞUN İSTANBUL HATIRALARI (Hristo Brızitsov / Çev: Hüseyin Mevsim / Kitap Yayınevi)
        BİR ÇOCUĞUN İSTANBUL HATIRALARI (Hristo Brızitsov / Çev: Hüseyin Mevsim / Kitap Yayınevi)

        “RUMLAR PEK MEMNUN OLMAMIŞ”

        Bulgar gazeteci ve hatırat yazarı Hristo Brızitsov, bir dini kurumun gazetesinde çalışan bir babanın oğlu olarak 1901’de Ortaköy’de dünyaya geldi. Daha sonra İstiklâl Caddesi üzerindeki Rumeli Han’da Balkanlı, Batılı, modern ve milli olduğu kadar Levanten, doğulu geleneksel ve kozmopolit olan bir ortamda buldu kendini. Hristo’nun çocukluğu ve ilkokul öğrenciliği İkinci Meşrutiyet, Birinci ve İkinci Balkan Savaşları gibi önemli olayların yaşandığı bir döneme denk düştü. İkinci Balkan Savaşı’ndan sonra doğduğu şehirden ayrılarak ailesiyle yerleştiği Sofya’da baba mesleğini sürdürdü. 1930’larda ülkesinin seçkin gazetelerinde genel yayın yönetmenliğine yükseldi, basın alanında birçok yeniliğe imza attı. Eylül 1944’te iktidarı alan yeni rejimin hışmına uğradı ve idam edilmekten zor kurtuldu. Çarptırıldığı ömür boyu hapis cezasının dokuz yılını çekti, uzunca bir zaman yazması yasaklandı. Yazmaya izin verildiğinde de, 1980’deki vefatına kadar büyük bir üretkenlik sergileyerek hatırat ağırlıklı eserler kaleme aldı. Elinizdeki kitap, bunlardan biri. Eseri, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Bulgar Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Mevsim dilimize kazandırdı.

        Brızitsov’un anlattıkları sadece kendi hikâyesini ortaya koymuyor elbette, hatta daha çok Osmanlı’nın çalkantılı dönemini, belli bir bakış açısıyla gösteriyor.

        Osmanlı unsuru oldukları dönemde İstanbul’da çok sayıda Bulgar yaşıyordu. Bu sayı özellikle Çiprovtsi İsyanı’ndan sonra, yani Batı’dan herhangi bir yardım bulma umudunun tükenmesinden sonra arttı. İstanbul, sadece mesafe açısından değil, Bulgarların hayat tarzına da daha yakındı. Bulgarların Osmanlı İmparatorluğu payitahtına akın etmesi özellikle de 19. yüzyılda hızlandı. Bir ara sayı, 50 hatta belki 60 bine yükseldi. İstanbul’a akın etmenin diğer nedenleri arasında, imparatorluğun uç bölgelerindeki büyük asayişsizlik de vardı. 18. yüzyılın sonuna ve 19. yüzyılın başına doğru Rumeli topraklarındaki eşkıyalardan dolayı huzursuzluk artmıştı. Balkanlar’daki Rus savaşları da önemli bir etkendi.

        Öte yandan Bulgarların gelişi öyle çok da sevinçle karşılanmamış tabii. Brızitsov’a göre şehre yeni gelenleri ne idare, ne de onun yardımcıları olan bağnaz Rumlar kırmızı halıyla karşılıyormuş. Zira büyük şehre yavaş yavaş, ama ısrarla nüfuz eden Bulgarlar ticarette ve zanaatlarda olduğu gibi, kaba kuvvet gerektiren alanlarda da rakip olarak görülüyorlarmış. Bulgarların çalışmasını İstanbul Levantenleri pek sevmezmiş…

        REKLAM

        “MEMLEKETİN EFENDİSİ GİBİYDİLER”

        Brızitsov, bir Bulgar’ın bakış açısıyla değil, Osmanlı’yı sahiplenerek ve sorunları da göstererek kaleme almış kitabını. O dönemin karmaşasını şöyle ortaya koyuyor: “Büyük Güçler diye adlandırılan ülkeler payitahta şirket ve kurumlarının şubelerini açıyor ve buraya Osmanlı Devleti’ni iktisadi olarak fethedecek girişken insanlar gönderiyorlardı. Malum, iktisadi etki siyasi etkiye dönüşür. Fransız, İngiliz, Alman, Avusturyalı, İtalyan ve daha birçokları burada memleketin efendisiymiş gibi hüküm sürüyorlardı. Mahkemelerin, yerel yasalara göre en ağır kabul edilen bir suç işlemiş olsa bile, yabancı tebaadan birini yargılama hakkı yoktu. Vergiler güya ödeniyor, ama bundan daha büyük bir kısım memurların cebine giriyordu.

        Aynı manevi ve mali seviyede olmamasına rağmen, Bulgarlar canla başla, ısrarla, hedefe kilitlenmiş olarak, yorulmak nedir bilmeden çalışırlardı. Karşılaştırma pek yerinde olmayacak ama, Avrupalılar yoksul Türk ahalinin alın terini emerken, Bulgar tüccar, zanaatçı veya girişimci kendi yağında kavruluyordu. Bunların çok azı zengin olurken, çoğu ancak ailesiyle geçinebileceği kadar bir kazançla tatmin oluyordu. Ailelerin çoğu da uzakta, Karacadağ’da veya Makedonya’daydı.

        Rum Patrikliğinden kopma mücadelesine de sıra geldi; o patriklik ki milli bayrağının rengi olan mavi beyaza bürünerek Altın Boynuz’un kıyısına, Fener’e çöreklenmişti. Bulgarların mücadeleleriyle Bulgar mektepleri, okuma yurtları, cemiyetleri açılmaya başlamıştı. Rum’un manevi boyunduruğundan sonra sıra siyasi kurtuluşa gelecekti.

        İstanbul’a toplanmış olan on binlerce Bulgar doğdukları kasaba ve köylerdeki Bulgarlardan sayıca çoktu, ama buraya tepeden tırnağa yabancıydılar. Bulgarlar kıymetli memleketlerinden uzaktaydı, yeni yüzyılın ilk yılının mayıs ayında Ortaköy’de doğan bendeniz gibi...”

        REKLAM

        “BİRİ BOZAR DİĞERİ YAPAR”

        Brızitsov’un babası İstanbul’a 19. yüzyılın sonunda, o zaman Şarki Rumeli’nin başkenti olan Filibe’den geldi. Yeni yüzyılın başlarında Bulgar Ekzarhlığı İstanbul’un Ortaköy banliyösünde bulunuyordu. “Bu ‘köy’ kaderimize, daha geçen yüzyılda yürütülen kilise mücadelesiyle bağlı. Burada Bulgar Mektebi de, kadın hayır cemiyeti de, aktar da, meyhane de varmış. Zaten bunlar hep el ele gider, birinin bozduğunu diğeri yapmaya gayret eder” diyor yazar.

        Babasının çalıştığı gazetenin yazıhanesi Galata’ya, matbaanın bulunduğu Kumbaracı Yokuşu’na taşınınca Ortaköy artık cazipliğini kaybetmiş onlar için. Ailece Pera Palas arkasındaki Bulgar Çarşısı’na, Kabristan Sokağı’na taşınırlarsa, yazıhane çok daha yakın olacakmış: “Anılan bu sokak dikine Haliç’e doğru salınıyordu, ama salınmak ne demek, adeta yuvarlanıyordu. Eski zaman bir evin üçüncü katından Kozma’nın şatosunu, başka bir pencereden de Haliç’in sularını görecektik.”

        Yeni bir yüzyılın başında Boğaziçi’nde hayata gözlerini açma ve çocukluğun gamsız yıllarını payitahtın orta yerinde geçirme ayrıcalığı, yazmaya meyilli her insan için bulunmaz bir nimet olmalı. Kitabın devamı bunu açıkça ortaya koyuyor. Brızitsov’un Bulgaristan’a döndükten sonra en sevdiği ve tekrar tekrar, farklı açılardan ele aldığı konu, doğduğu ve çocukluğunun altın çağını geçirdiği İstanbul ve özelde Ortaköy ve Pera oldu. Yaza yaza bitiremediği İstanbul’u odağına alan eserleri büyük ilgi gördü ve yüksek tirajlı yeni baskılara ulaştı. Bu eserler arasında da “Bir Çocuğun İstanbul Hatıraları” ilk sırayı aldı. Eser, çocuk algısının doğal anlatımıyla, İstanbul’un 20. yüzyıl başlarındaki halini canlandırmamıza, havasını teneffüs etmemize ve yeniden yaşamamıza vesile oluyor.

        ***

        İKİ TAVSİYE

        Orta Çağ ile ilgili ilginç çalışmalar yayımlanıyor şu sıralar. Özlem Genç’in Latince’den çevirdiği bu kitap, Erken Orta Çağ Avrupası’nın önde gelen toplumlarından Franklar üzerine yoğunlaşıyor. Son dönemin parlak isimlerinden Defne Suman’ın kitabında ise büyümek, kadın olmak, kalmak ve gitmek üzerine öyküler var.

        Erkan Orta Çağ Avrupası'nda Hayat (Özlem Genç / Timaş Akademi)
        Erkan Orta Çağ Avrupası'nda Hayat (Özlem Genç / Timaş Akademi)
        Yitik Ülke (Defne Suman / Doğan)
        Yitik Ülke (Defne Suman / Doğan)
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar