Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir yazarın okuru büyülemesinin sırrı nedir? Büyük ve usta yazarlar, eserleri zamanı yenmiş isimler nasıl yazmışlardır da, diğerlerinin fersah fersah ötesine geçmişlerdir? İyi bir yazarda öne çıkan şey yetenek midir, çalışma mı? Biçim ve konu nerelerde gezinir, nasıl bulunurlar?

        Yazamaya, bir eser veremeye heveslenenlerin kafalarını meşgul eden sayısız sorudan sadece birkaçı bunlar.

        2010 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, “Yeşil Ev,” “Don Rigoberto’nun Not Defterleri,” “Teke Şenliği,” “And Dağları’nda Terör,” “Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu” gibi önemli eselerin yazarı, ülkesinin 1990 yılı başkanlık adayı Perulu yazar Mario Vargas Llosa, mektup şeklinde kaleme aldığı denemesinde bu sorulara usta işi cevaplar veriyor.

        GENÇ BİR ROMANCIYA MEKTUPLAR (Mario Vargas Llosa / Çev: Emrah İmre / Can Yayınları)
        GENÇ BİR ROMANCIYA MEKTUPLAR (Mario Vargas Llosa / Çev: Emrah İmre / Can Yayınları)

        “EDEBİYAT ÖZGÜR BİR SEÇİM DEĞİLDİR”

        Bugün 85 yaşında olan Llosa, yazmaya başladığında, General Odria diktatörlüğü altında kıvranan ülkesi Peru’nun başkenti Lima’da yaşamaktadır. Bir gün yazar olacağını hayal ederek heyecanlanmakta, bunun için hangi yolu izleyeceğini bilmediği için üzülmektedir. Mutlak bir emir gibi algıladığı bu mesleğin hatlarını belirginleştirmeye nereden başlayacağını bilemez. Faulkner, Hemingway, Malraux, Dos Passos, Camus ve Sartre gibi yazmak, kendisini büyüleyen bu yazarlar gibi o da yazdıklarıyla okurlarını büyülemek istemektedir. Kimbilir kaç kez o sıralar hepsi hayatta olan bu yazarlara mektup yazmayı ve nasıl yazar olunacağına dair öğüt istemeyi aklından geçirir. Çekingenliğinden ya da kötümserliğinden dolayı bu düşüncesini asla hayata geçiremez.

        Ama 1997 yılında, kendisi gibi düşünenlere yol göstermek maksadıyla bu mektupları kaleme alır. Amacı, kendisine yazamayan başka yazar adaylarına yol göstermek ve roman sanatına ilişkin görüşlerini paylaşmaktır.

        “Ben insanın rahme düşmesinden itibaren yürürlüğe giren bir kaderle dünyaya geldiğine; yarattığı varlıklara yetenek, yeteneksizlik, iştah ve iştahsızlık dağıtan keyfi bir kutsal varlık tarafından yazılan ya da tesadüf eseri ortaya çıkan bir kaderin varlığına inanmıyorum. Ayrıca artık gençliğimde Fransız varoluşçuların –özellikle Sartre’ın- iradecilik düşüncesine kapılmışken inanmış olduğum şeylere de inanmıyorum, mesleğin aynı zamanda bir seçim olduğuna, bağımsız hareket eden ve kişinin geleceğine karar veren bir iradenin varlığına inanmıyorum. Aslında edebiyat mesleğinin müstakbel yazarların genlerine işlemiş bulunmadığına, kaderle alâkası olmadığına inansam, disiplin ve azmin kimi durumlarda dahiler ortaya çıkarabileceğine katılsam da edebiyatı meslek edinmenin sadece özgür bir seçimle açıklanamayacağını düşünüyorum” diyor Llosa.

        Ona göre yazar, yazmanın başına gelmiş, gelebilecek en harika şey olduğunu yüreğinde hisseder, zira yazarlık sayesinde hayatını son derece keyifli bir biçimde kazanabilir, dahası yazdıkları aracılığıyla toplumsal, siyasi ve ekonomik karşılıklar edinebilir.

        Flaubert’in dediği gibi “Yazmak, yaşamanın bir biçimidir.” Bu yüzden, edebiyat merakınızı kaderinizmiş gibi görüp benimseme kararınız uşaklığa, hatta köleliğe dönüşmelidir. Edebiyat mesleği bir hobi, bir spor veya boş vakitlerde icra edilen kibar bir oyun değildir. Ayrıcalıklı ve ayırıcı bir fedakârlık, önüne başka hiçbir şeyin geçmeyeceği bir öncelik, kurbanlarını köleye dönüştüren özgürce tercih edilmiş bir uşaklıktır.

        Ayrıca hedefiniz başarıysa, burada biraz durup düşünmeniz gerekiyor. Zira azim gösterip kitabınızı yazar ve yayımlarsanız çok geçmeden ödüllerin, şöhretin, kitap satışlarının ve toplumsal saygınlığın başka hiçbir güce boyun eğmeyen, hatta bazen hak edenleri ezip hak etmeyenleri kollayan, kendine has bir güzergâhı olduğunu anlarsınız. “Öyle ki, başarıyı mesleğinin temel güdüsü olarak gören kişiler muhtemelen hayal kırıklığına uğrayacaklar ve edebiyatın (sayısı gayet kısıtlı) birkaç yazarın yarattığı izlenimin aksine şaşaalı ve parasal getirisi yüksek bir meslek olmadığını görecekler” diyor Llosa.

        REKLAM

        “ROMAN YAZMAK TERSTEN STRİPTİZDİR”

        Romanlarda anlatılan öyküler nereden çıkar? Konular romancının aklına nasıl gelir?

        12 mektuptan oluşan kitabın ikinci mektubunda bundan söz ediyor Llosa.

        Bu çerçevede roman yazmayı, tersten striptiz yapmaya benzetiyor: “Roman yazmak, izleyiciler karşısında elbiselerini çıkarıp çıplak bedenlerini sergileyen profesyonel striptizcilerin yaptığına benzer. Romancı yaratma işini tersinden yapar. Romanı tasarlarken hayal gücünün ürettiği kat kat rengârenk kıyafetleri giyerek özündeki çıplaklığı, yani gösterinin başlangıç noktasını gizler.”

        Ona göre konuları seçen romancı değildir, konular onu seçer. Belli konularda yazmasının sebebi belli şeyler yaşamasıdır. Yazarın konu seçimindeki özgürlüğü görecelidir, hatta hiç olmayabilir. Yaşam, yazara bilincinde ve bilinçaltında iz bırakan belli deneyimler üzerinden konular dayatır, sonra da onları öykülere dönüştürerek başından atabilmesi için yazarı kışkırtır.

        Gelelim özgünlük meselesine. Özgün olmanın kandırmak, aldatmak ve aşırmakla bir tutulduğu bir tür olan romanda özgünlükten bahsetmek mümkün müdür? Evet, mümkündür. Ama ancak şu şekilde: Özgün romancı, yaşamının dayattığı emirlere uysalca itaat eder, sadece yaşadığı konularda yazar ve doğrudan kendi deneyiminden doğmayan ve bilincine bir zorunluluk gibi çöken konulardan kaçınır. Romancının özgünlüğü veya samimiyeti, zaaflarını benimsemesi ve onlara elinden geldiğince hizmet etmesine dayanır.

        Gönlünde yatan ve onu yazmaya teşvik eden, hatta mecbur bırakanları yazmak yerine başarıya daha kolay ulaşabileceğini düşünerek konularını ve temalarını sadece mantığa dayalı ve soğuk bir biçimde seçen romancı özgünlükten uzak, dolayısıyla da kötü olma olasılığı hayli yüksek bir romancıdır. Llosa şöyle diyor: “Başarıya ulaşması kötü bir romancı olduğu gerçeğini değiştirmez: Çoksatar listeleri, sizin de gayet iyi bildiğiniz üzere, çok sayıda berbat romancıyla doludur.”

        Özgünlük ve taklit bahsinde, benim de hayran olduğun Arjantinli yazar Jorge Louis Borges’in mükemmel bir tasvirini de yapıyor Llosa. Ona göre Borges muazzam bir yaratıcı, ‘Borgescik’ler ise dünyanın en sıkıcı ve gıcık varlıklarıdır; yoksunluklarını örtbas etmek için Borges’ten aşırdıkları özgün, hakiki, güzel ve kışkırtıcı her unsur, bu taklitçilerin elinde çirkin ve samimiyetsiz birer karikatüre dönüşür.

        “BÜYÜK ESERLER YAPAYLIĞI GİZLER”

        Llosa’ya göre edebiyat bütünüyle yapaydır. Ama büyük eserler bunu gizlemeyi becerirler, vasat eserlerse açık verip kendilerini belli ederler. Onun yapaylıktan kastı aşağılık bir durum değil aslına bakarsanız. Burada söz konusu olan, romanın temelinde olan “kurgu”dur.

        Varlıklar ve hikâyeler uydurmaya yol açan ve yazarlık mesleğinin kökeninde yatan kurgu, aynı zamanda bir başkaldırıdır. Çünkü kendi kurguladığı yaşamları gerçekliğe yeğleyen kişi böylece hem yaşamı ve gerçek dünyayı olduğu gibi görmeyi dolaylı yoldan eleştirip reddettiğini, hem de bunların yerine kendi hayalinin ve tutkusunun ürünlerini koyma arzusunu belirtmiş olur. Kurmacalar yaratmak -her ne kadar zararsız görünse de- aslında özgürlüğü kullanmak ve o özgürlüğü engellemek isteyen (dindar ya da laik) kişilere karşı sesini yükseltmektir. “Bütün diktatörlüklerin –faşizmin, komünizmin, İslami köktendinci rejimlerin, Afrika’daki veya Latin Amerika’daki askeri yönetimlerin- sansür denen deli gömleğini zorla giydirerek edebiyatı kontrol etmeye çalışmalarının sebebi budur” diyor Llosa. İspanyol engizisyonunun kurmacayı 300 yıl yasakladığını vurgulayan yazarımız, bunun bahanesinin, bu gerçekdışı öykülerin yerlileri Tanrı’dan uzaklaştırma ihtimali olduğunu söylüyor: “Zaten teokratik toplumların en büyük kaygısı Tanrı’dan uzaklaşmaktır.”

        Kitabın geri kalan mektuplarında inandırıcılık, üslup, zaman-mekân, gerçeklik düzeyi, romandaki dönüşümler, sıçrayışlar ve gizli bilgiler konusunda ders niteliğinde bilgiler veriyor Llosa.

        Yazmaya başlamadan, ya da yazmaktan vazgeçmeden önce mutlaka okuyun derim.

        REKLAM

        *

        İKİ TAVSİYE

        Karısını kaybettiği trafik kazasında felç olan adamın etrafında ne varsa, birer birer ortadan kaybolmaya başlar. Çağdaş Kore edebiyatının önemli yazarından ödüllü bir roman. “Yasak elmayı yeme cesaretini, Âdem’le Havva’nın yüreğine serpen günahkâr kimdi?” diye soruyor ezoterik dünyaya hakim diğer yazarımız. Ve, “Aydınlanma yoluna girmiş öz benliklere evrenin sırlarını fısıldıyor.”

         Çukur (Pyun Hye-young / Doğan Kitap)
        Çukur (Pyun Hye-young / Doğan Kitap)
         Tanrı Dağı (Nurgül Çelebi / Dark)
        Tanrı Dağı (Nurgül Çelebi / Dark)
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar