Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD’de bir yıl sonra yapılacak başkanlık seçiminde Cumhuriyetçi Parti adaylığını kazanabilecek Donald Trump’ın “Ülkeye Müslüman sokmayacağım” vaadi çok yadırgatıcı mı geldi?

        Gelmesin. Trump’ın da dediği gibi, diğer adaylar “ileri derecede ayrımcı” vaatlerde bulunmuyorlarsa, bunun sebebi, söylenenin kulaklara “siyaseten doğru” gelmeyeceği içindir.

        Yoksa Amerikalıların çoğu, hayli zamandır, “ileri derecede ayrımcı” vaatlere kulak verecek kıvama gelmiş bulunuyor.

        11 Eylül’de (2001), ABD’de yaşamayan, hepsi dışarıdan gelmiş bir grup genç, 4 uçakla, ikiz kuleler ve Pentagon’a eşzamanlı saldırılar düzenlemişlerdi. Hepsi Müslüman’dı o grupta yer alan gençlerin; Amerikalılar “dışarıdan gelen tehdit” ile böylece tanıştılar.

        Geçen hafta ise, ABD’de doğmuş, büyümüş, eğitim almış ve kamu kurumunda çalışmakta olan birinin, bir süre önce evlendiği ve kendisinden çocuk sahibi olduğu eşiyle birlikte düzenlediği silahlı eylemde 14 kişi hayatını kaybetti, 20 kişi de yaralandı. Karı-koca Müslüman’dı ve öldürdükleri kişilerle sosyal iletişim içerisindeydiler.

        Mahallelerde yan yana yaşadıkları Müslümanların da “tehdit” olabileceği kanaati Amerikalılarda yerleşmeye başladıysa, şaşıralım mı?

        O “tehdit”in güçlendiğinde neler yapabileceğini hâlâ görmeyenlere göstermek de IŞİD’e düşüyor. Adını duyurduğu daha ilk günden başlayarak kendisine benzemeyenleri kafasını keserek öldüren, kadınları esir hale getiren, uygarlık eserlerini tahripten çekinmeyen bir güruh olarak biliniyor IŞİD...

        Adını IŞİD değil de DAEŞ veya DEAŞ diye telaffuz etmeniz fark etmiyor; Batılı zihinlerde hepsi aynı anlama geliyor.

        Geldiği anlam da “barbarlık”...

        İki tarafı okyanusla çevrili olduğu için “güven” hissi yüksek insanların yaşadığı ABD böyle de, Avrupa sanki farklı mı?

        İspanya’da, İngiltere’de ve en son yeniden Fransa’da görülen IŞİD veya El Kaide ile irtibatlandırılan eylemler bütün Avrupa’yı sarsan anlam kaymalarına sebep oldu. Avrupalı, her nerede yaşıyorsa, “Müslüman” kimlikli biriyle temasa geçtiğinde kendisini “güvende” hissetmiyor.

        Yalnızca kamuoyu yoklamaları bu gerçeğe işaret etmiyor, bu yeni gerçeklik etkisiyle siyasetin güç dengeleri de değişiyor.

        Daha önce “marjinal” olmaktan öteye geçememiş Milli Cephe, Le Pen’in partisi, Cumhuriyetçiler ile Sosyalist Partiler Bloku’nun önünde bitirdi geçen haftaki seçimlerin ilk turunu; ikinci turda da aynı başarıyı göstermesi halinde “ayrımcılık” bayrağını taşıyan parti, 1944’ten bu yana ilk kez, birkaç bölgede yönetimi eline geçirecek.

        Irkçılık ve dinsel ayrımcılık, yükselen değer Batı ülkelerinde.

        Alarm zillerini çaldırmanın henüz zamanı değil, ama mal da meydanda: Dünya, benzerlerine 20. yüzyılın başlarında ve ortasına doğru rastlanan, her defasında büyük bir savaşa yol açan siyasi kutuplaşmayla yüz yüze bugün...

        Birinci ve ikinci büyük savaşın çıktığı dönemlerde savaşa taraf haline gelen ülkelerde yaşanan sosyal ve siyasi ayrışmalara yakından baktığınızda, günümüzün bazı özelliklerinde onların yansımalarını fark edebilirsiniz.

        Şom kalemli görünmek istemem, ama uyarmak da benim görevim.

        Türkiye, Trump ve Le Pen gibilerin dilinde “tehdit” olarak takdim edilen özelliği içinde barındıran, buna karşılık Batı ile olağanüstü yakın irtibatları sebebiyle farklı görüntüye sahip bir ülke.

        Bu durum rahatlamamızı sağlamıyor; tam tersine, ekstra sorumluluklar yükleyerek ortamı daha kırılganlaştırıyor.

        Üzerinde düşünelim isterim.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar