Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Öne Çıkanlar Gani Müjde: 'Siz ne biçim kuşaksınız?' deme hakkım yok
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Gani Müjde'nin ikinci şans üzerine yazdığı 'Gelsin Hayat Bildiği' gibi, SHOW TV'de yayınlanmaya başlayacak. Yapımcılığını BKM’nin üstlendiği, 21 Temmuz Perşembe günü saat 20.00'de SHOW TV’de ekran yolculuğuna başlayacak olan ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’, zengin oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor.

        Yönetmenliğini Altan Dönmez’in üstlendiği, senaryosunun yanı sıra proje tasarımı da Gani Müjde’ye ait olan ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’nin oyuncu kadrosunda Ertan Saban, Özge Özberk, Devrim Özkan, Nilsu Berfin Aktaş, Mustafa Açılan, Özgü Delikanlı, Ayşe Kırca, Sanem Babi, Onur Özer, Rojbin Erden, Ali Berge, Furkan Murat Uğur, Murat Göçmez gibi deneyimli ve genç oyuncular bir arada kamera karşısına geçti.

        Ertan Saban’ın 'Sadi Payaslı' karakterini canlandırdığı ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’de 'Sadi Payaslı'nın büyük aşkı 'Derya Yılmaz’a ise 'Özge Özberk' hayat veriyor.

        ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’nin senaristi Gani Müjde, Habertürk'e verdiği röportajda 'Gelsin Hayat Bildiği Gibi'nin izleyicilere neler sunmayı amaçladığından Cem Yılmaz ile ilgili üzüntüsüne kadar birçok konuda çarpıcı açıklamalarda bulundu.

        Yeni diziniz ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ 21 Temmuz'da yayın hayatına başlıyor. Hayırlı olsun.

        Teşekkür ederim. Çok heyecanlıyız, beni çok heyecanlandıran işlerden biri. Aslında ilginç bir hikâyesi de var. 'Gelsin Hayat Bildiği Gibi'yi bir senaryo olarak bir süredir yapımcı yapımcı gezdiriyordum. Kanallarla, oyuncularla görüşüyorduk. Hiç kötü bir proje olduğunu söyleyeni görmedim. Herkes güzel olduğunu söylüyordu ama nedense bir türlü olmuyordu. Sonra bir gün Necati Akpınar ile konuşuyorduk, bana “Seninle bir gençlik dizisi yapmak istiyorum” dedi. Ben de “Elimde bir proje var ama ben biraz daha çalışayım, bana süre verin” dedim. O sırada bizim Tükenmezkalem ekibini topladım, ekipteki Burak “Benim bir projem var” dedi. “Bunu da götüreyim” dedim ve iki projeyi götürdüm. Necati Bey, ikisini de okudu sonra da “Bunları neden birleştirmiyoruz? İki farklı projeyi birleştirsek ya” dedi. Ben de “Çok güzel fikir” dedim. Gerçekten o birleştirmeyi yaptık. Birleştirmeyi yaptıktan sonra da ortaya ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ çıktı, çok ilginç… Benim takipçilerimin alışık olmadığı bir tarz. Tabii ki gülünecek yerler var ama ağırlıklı olarak gerilim ve dram. Türkiye var, sosyoloji var, Türk halkının yaşadıklarının genel bir ortalaması var. Çünkü bu benim hep iddiamdı. Türkiye’de çekilen dizilerin bir kısmı İsveç’te geçiyor, hiç Türkiye’ye ait şeyler görmüyorum ve buna çok sinirleniyorum. Hiç olmazsa bizim yaptıklarımız Türkiye’de geçsin. Yönetmenimiz, yapım şirketimiz ve BKM olarak hepimiz bunun için gerçekten çok emek harcadık ve Türkiye’yi çok güzel tarif eden, Türkiye’de geçen, merakla ve zaman zaman keyifle izlenecek bir dizi ortaya çıktı.

        REKLAM

        Senaryoyu ilk ne zaman yazmıştınız?

        Bunu 4 - 5 senedir ‘Antepli’ kod adıyla gezdiriyordum ama hikâyenin çocuklar kısmı eksikti, daha çok öğretmen tarafından bakıyordum. Çocukları katmak Necati Bey’in fikriydi. İki senaryonun birleşimi çok güzel oldu. Ama benim işlerimin çoğu böyledir. ‘Kahpe Bizans’ı da 4 sene gezdirdim, üstelik Cem Yılmaz varken. Cem Yılmaz oynamak istiyordu ama yapımcılar “Bu adam kim?” diye ikna olmuyordu. Maalesef böyle bir ülkede yaşıyoruz, herkeste vizyon on numara... Cem Yılmaz’ın ilk filmi olacaktı. Bana kalırsa çok ünlüydü ama yapımcıların ne komedi dünyasıyla ne mizah dünyasıyla ne de vitrinle alakaları yoktu. Ben “Gidin şu çocuğu izleyin” diyordum, Cem Yılmaz o sırada Leman Kültür’de çıkıyordu. Yapımcılardan birini gönderdim ve “Biz hiç gülmedik” dedi. Sonra Cem Yılmaz küstü, “Ağabey bunlar ne? Ben bunlarla film yapmam” dedi. Sonra ‘Her Şey Çok Güzel Olacak’ filmini yaptı. Biz başka bir Cem ile devam etmek zorunda kaldık yoksa Cem Yılmaz’ın ilk filmini yapmayı çok isterdim.

        O dönem "Kahpe Bizans'ta Cem Yılmaz rol alacak" diye haber yapmıştım. Olmayınca o zamanki müdürüm “Yanlış haber yapmışsın” demişti. Ben de “Oynayacaktı, öyle diyorlardı” demiştim…

        Beraber resimlerimiz var, elimizde kalkanlarla, kılıçlarla Rumeli Hisarı’ndaki surlara çıktık. Cem Yılmaz ile fotoğraflarımız çıktı sonra birdenbire yapımcılar ikna olmadı. Onun öncesinde de yapım şirketini söylemeyeyim şimdi, bir yapım şirketine gittik, projeye baktı baktı, aslında kötü de bulmadı ama yapımcı Cem’e biraz sinir oldu. Çünkü Cem rahat bir adamdır, ona biraz bozuldu. Sonra “Bu proje çok güzel ama biz başka bir projeye yatırım yapacağız, şirket olarak bir tek hakkımız var” dedi. Ben de “İyi, canınız sağ olsun dedim. O yaptıkları filmi 5 bin kişi izledi, benim filmimi 2,5 milyon kişi. O da kayıtlı olan kısmı, kayıtsızını bilmiyoruz. Kayıt yok, turnike var, biliyorsun.

        REKLAM

        Yapımcılar hep biletlerin çalındığından şikâyet ederdi.

        Aynı biletle üç kere giriliyordu. Onları da toplasan demek ki 6 milyon civarı bir rakamdan söz ediyoruz.

        O dönemlerde 2,5 milyon bilet astronomik bir rakamdı.

        Çok… O dönem elli tane sinema salonu vardı, bugünkü gibi değildi.

        Filmi 2,5 milyon kişi izleyince oldukça şaşırmıştık.

        Ne yalan söyleyeyim, ben de şaşırmıştım.

        O dönem filminizde neden Cem Yılmaz’ı oynatmak istemiştiniz?

        Çok değerli bir komedyen olduğunu görüyorsun zaten, ben onu hissediyordum. “Patlayacak, patlayacaksa da benim filmimde olsun bu” dedim ama ben çok insanı ikna edemedim. İsim vermeyeyim. Birçok yapımcıdan geri dönen çok insanı sektöre kazandırdım. İlk oyunculuklarını benimle yapan Pınar Deniz’den tut Gökçe Bahadır’a, Eda Ece’ye kadar... ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’den de muhtemelen birkaç yıldız çıkacaktır. Birçok insan sayabilirim böyle. Bütün bunlar şunu gösteriyor ki bazen yeni insanlar için yapımcıları ikna etmek çok zor. O dönem Cem Yılmaz için ikna edememiştim. Kendi kendine patladı ama tabii zaten o potansiyeli vardı, normal insanların değil ama bizim işlerle uğraşan insanların bunu anlaması gerekiyordu. İyi ki patladı, iyi ki çok değerli bir komedyen oldu.

        ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ ile izleyicilere neler sunmayı amaçladınız?

        İzleyiciye şunu sunmak istiyoruz; herkes ikinci şansı hak eder. Çünkü burada bir ikinci şans hikâyesi var. Herkes için ikinci şans… Öğrenciler için, öğretmenler için. Öğretmen mafya, onu öğretmenliğe tayin edip “Sen git bir öğretmenlik yap” diyorlar. O da giyiyor üstüne o önlüğü... Seviyor da. Çünkü o hayatı bırakmak, ikinci şansını kullanmak istiyor. Bu arada 5 çocuk var. Devlet onlara ikinci şans imkânı tanıyor ve diyor ki “Haydi gidin, şu lisede hayata devam edin ama asla suç işlemeyeceksiniz.” Buluşma her iki taraf için de bir anda bambaşka bir yere evriliyor, sürprizlerini söylemeyeyim. Çok güzel aşklar, aileler, Türkiye’de yaşananlar var. Az önce söylediğim gibi İsveç’te geçmiyor, Türkiye’de geçiyor. Ankara’sıyla İstanbul’uyla, her şeyiyle Türk topraklarına ait bir hikâye. Ben bunu önemsiyorum.

        REKLAM

        Çoğunlukla tekdüze yaz hikâyeleri izliyoruz. Bunun sebebi nedir?

        Yazın seyrettiğimiz dizilerde, zengin ve yakışıklı bir oğlanın sarsak asistanı ona âşık olur ama adam aslında bir başkasıyla nişanlıdır, neredeyse böyle on tane iş izledim. Sebebi, kolaycılık biraz, "Bu yol iyi bir yol, buradan gidelim, ekmeğimize bakalım" diyerek olmuyor. Ben şunu söylüyorum; yazan adamın, çeken adamın bir küçük derdi olmalı, siyasi anlamda söylemiyorum, bir derdi olmalı. Çocuk tacizi de bir sorundur, üvey baba tacizi de bir sorundur. Türkiye’de siyasi olmayan ama nedenleri olan bir sürü sorun var. Geçim sorunu da aslında siyasi bir sorun gibi görünür ama genel bir sorundur. Ekonomi iyi olduğunda da bazen geçinemezsiniz. Şunu söylemeye çalışıyorum; uzun süredir hayal dünyamız budandı, “Aman bu konuyu işlemeyelim, aman bu konuya dokunmayalım, aman şimdi dertsiz başımıza dert almayalım, aman başımıza bir iş gelmesin” diye diye bir süre sonra yaratıcılık budanıyor. Yeni bir fikir bulmak istemiyorsunuz, yeni bir fikir başınıza dert oluyor o yüzden bunu kırmamız lazım. Madem ki bu sektörle dünyaya açılmak istiyoruz, biz de en az İsveçliler kadar Portekizliler kadar İspanyollar kadar cesur olmalıyız. Zaten yavaş yavaş piyasayı da uluslararası pazarı da onlara kaptırıyoruz.

        REKLAM

        Öyle mi?

        Buradan ‘La Casa De Papel’ çıktı mı? Koreliler bile bir tane ‘Squid Game’ yapıp bütün dünyaya sattılar. Biz de daha kendi pazarımızda dövünüyoruz. Çünkü bizde kendi pazarımız çok belirleyici. Biz "Öyle bir şey yapalım ki bütün dünya bizi seyretsin" dediğinizde bir sürü engel başta yapım şirketlerinde başlıyor.

        Dizilerimizin bütün dünyada izlendiği söyleniyor. En son 800 - 850 milyon dolarlık bir ihracattan söz edildi.

        Zamana yaygın bir şekilde tabii ki izleniyor ama muhtemelen burada aslan payı nispeten yine ilk yapılanlardır. ‘Muhteşem Yüzyıl’ dönemlerinden bahsediyoruz, yoksa son dönem yapılanların 850 milyon dolarlık satış yapacağını düşünmüyorum. Çünkü çoğunun zaten orijinali var. Adam onu neden alıp yeniden ekranına koysun? Bir de artık herkes bu işi öğrendi. Suriye de şu anda dizi yapıyor, Ürdün de yapıyor. Fena da yapmıyorlar. Madem böyle bir pazar var "Biz de yaparız" diye herkes öğrendi. Bence İspanya kendini çok geliştirdi. Bu sene Portekiz’i duyuyorum, çok iyi ataklar yaptılar. İtalya da muhtemelen yapacaktır. Akdeniz ülkelerinde, Arap dünyasında da çekebilirler. Mısır çok köklü bir sinema geçmişi olan bir ülke, onlar da birçok iş çıkarabilirler. Dolayısıyla yalnız değiliz, o yüzden özgün, güzel ve çarpıcı içerikler bulmak zorundayız.

        REKLAM

        Böyle giderse 800 - 850 milyon dolarlık ihracat geri gider, rakamlar düşer.

        Geri gider.

        ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ dizisinin kadrosunu oluştururken hangi kriterleri göz önünde bulundurdunuz?

        Bu kez oyuncu seçimine çok bulaşmadım ama tabii ki seçmelere gittim ve baktım. Yönetmen ve yapım birlikte karar verdi. Ben sadece gençleri seçerlerken oradaydım. Daha önceden çok gençlik işi yaptım. ‘Hayat Bilgisi’, ‘Pis Yedili’, ‘Babam Sınıfta Kaldı’ gibi çok fazla gençlik ve okul dizisi... Bütün bunlarda vaktimizin ilk 3 - 4 haftasını oyuncuları eğitmekle harcardık. Kameranın önüne çok sandalye çekip, “Böyle yapacaksın, kafanı biraz daha çevireceksin” diyerek fotoğraf çektirir gibi oyuncuları yönettiğimi hatırlıyorum. Burada neredeyse herkes olmuş bir şekilde geldi. Yale Üniversitesi’nde tiyatro okumuş bir kızımız var. O kızımızın o kadar az rolü var ki orada bile kendini gösteriyor. Gelenlerin hepsi konservatuvarlı, çok eğitimli, çok hazırlar. Zaten o belli oluyor.

        REKLAM

        O halde oyunculuk konusunda oldukça ilerledik mi?

        Bence oyunculuk konusunda ilerledik. Tabii ki bu kadar arz olunca onun alt kadrosunu da oluşturmak gerekiyor. Kimleri eledik, çoğu konservatuvar okumuş, arka planında bir sürü şey var ama "O olmasın bu olsun" diyebiliyoruz. Seçenek fazla, o yüzden de bence çok şanslıydık. Ertan Saban zaten kendini ispatlamış bir adam ama ben bu kadar işin içine gireceğini, bu kadar renklendireceğini tahmin etmiyordum. Özge Özberk’i zaten biliyoruz, her zaman çok iyi bir oyuncu. Burada bir sürpriz var, o da Devrim Özkan. Muhtemelen bundan sonraki on yıla damgasını vurur. Şöyle söyleyeyim; bazı sahnelerini izlerken hepimiz ayağa kalkıp alkışladık. Hem zaten güzel bir kız hem de çok iyi oynuyor, role çok yakıştı. Ertan ile çok iyi bir çift oldular. İnsanlar izlemeye doyamaz. Zaten senaryoyu gördükten sonra hep onların sahneleri bekleniyor. Çünkü ikisinin sahneleri çok keyifli.

        Ertan Saban
        Ertan Saban

        Çok fazla gençlik dizisine imza attınız. Şimdi hep bir Z kuşağından söz ediyoruz, Z kuşağı hakkında ne düşünüyorsunuz?

        Ben evde iki tane besliyorum. Bende iki tane Z kuşağı var.

        Toplum olarak Z kuşağına biraz haksızlık edildiğini düşünmüyor musunuz?

        Hangi anlamda?

        Rojbin Erden, Ali Berge, Özgü Delikanlı, Onur Özer
        Rojbin Erden, Ali Berge, Özgü Delikanlı, Onur Özer

        "Z kuşağı çok duyarsız, apolitik, çevresiyle ilgilenmiyor, sadece kendini düşünüyor, elinden telefon tablet düşmüyor” şeklinde eleştiriler söz konusu.

        Böyle durumlarla karşı karşıya kalınca hep Sezen Aksu’nun bir sözünü hatırlarım; atasözlerinden, 1990’ların pop yıllarına saçma sapan şarkı sözleri vardı ya, ona sormuşlar, “Bu gençler bir sürü saçma sapan şarkı sözleriyle şarkı yapıyorlar, ne diyorsun?" O da “İnsan o yaşta saçmalamayacak da ne zaman saçmalayacak?” diye cevap vermiş. Şimdi bakıyorum da aynı sorunların hepsi benim evde var. Hatta ‘Aile nasıl olmalı?’ dünün tartışma konusuydu. Bu kadar bireysellik varken insan bir aileyi nasıl bir arada tutar? Çünkü gerçekten çok bireyseller. Kızımla bunu tartışıyorduk. "Ailenin bir ferdi olacaksan bireyselliklerinin bir kısmını unutman lazım" diye konuşuyorduk. Onun için senin bu sorun ilginç oldu. Her dönemin kendi gerçeği var, bu dönemin de gerçeği bu. Gerçek bir yere evrilir. Zaten onlar bizim gibi olsalar insanlık gelişmez. İnsanlığın gelişmesi için herkes kendinden sonra gelene bir tuğla koyarak gidiyor. Eminim ki şimdi Z kuşağı dediğimiz, duyarsız denilen insanlar büyüyüp bizim yaşlarımıza geldiklerinde kendi alt kuşakları için “Bizim zamanımız ne güzeldi, bunlar da bir tuhaf” diyeceklerdir. Bu, insanlığın doğasında var.

        REKLAM

        Evet, her nesil bir önceki nesle aynı cümleyi sarf ediyor; “bizim zamanımızda…”

        Bir de onlara fazla şey yüklüyoruz, biz onlara ne bıraktık ki? Orman bırakmadık, kötü bir siyaset bıraktık, kötü bir iklim bıraktık ve her şeyi onlardan bekliyoruz. “Biz dünyanın içine ettik, siz kurtarın” diyoruz. Bunu söylemeye ne hakkımız var? Apolitikmiş... Biz politik olarak ne yapabildik ki? Bunu tüm dünya için söylüyorum. Belki de onların farklı bakış açıları var, belki Greta Thunberg gibi insanlar gelecek ve çevreyi onlar toparlayacaklar. Ama dedim ya Z kuşağından fazla şey bekliyoruz. Onlar şu anda anın tadını çıkarıyor, çıkarsınlar, hayatları bizden daha zor. Belki 20 - 30 yıl sonra suya ulaşmakta, gıdaya ulaşmakta sıkıntı çekecekler. Dünyanın iklim dengesi daha da bozulacak. Şimdi bütün bunlar ortadayken, biz bunları bu hale getirmişken, benim Z kuşağına “Siz ne biçim kuşaksınız?” deme hakkım yok. Ben kendimde hakikaten bu hakkı görmüyorum. Biz onlara keşke daha iyi bir ortam bıraksaydık.

        Özgü Delikanlı, Ali Berge, Onur Özer
        Özgü Delikanlı, Ali Berge, Onur Özer

        Dediğiniz gibi “biz onlara ne verdik ki ne bekliyoruz?”

        Evet, bence onlar anın keyfini çıkarsınlar, mutlaka dönüştüreceklerdir. Çetin Altan’ın da dediği gibi “Enseyi karartmayın.” Ben enseyi karartmıyorum. Her gelen kuşak kendi özellikleriyle ve dünyaya yeni bir şey katarak geliyor. Ne güzeldi eskiler… Evet, eskinin güzel şeyleri de vardı ama görüntüleme sistemi olmadığı için herkes kırk yaşında ölüyordu. Görüntülemeler arttığı için artık bambaşka bir şey yaşıyoruz. Adam kalp damarının içini görüyor sonra da "Senin beş sene içinde anjiyo olman lazım" diyor. Çok güçlü şeyler geliyor. İnsanlar dalından kiraz yiyordu evet ama kırk yaşında da ölüyorlardı. Kuzunun altından tereyağı alıyorlardı ama elli yaşını görmüyorlardı.

        REKLAM

        Bir de herkes için geçmiş güzeldir. Z kuşağı da bizim yaşımıza geldiği zaman bugünler için “Ne güzel günlerdi” diyeceklerdir.

        2020’lerde her şey çok ilkeldi ama çok güzeldi diyecekler.

        REKLAM

        Sizin ilk senaryonuz 1989 yapımı ‘Arabesk’... Türk sinemasının fenomen filmlerinden biri. Senaryoyu yazma ve kabul ettirme hikâyesinden söz edebilir misiniz?

        O da benim keşfedilmem. Orada da bir zekâ adamı var; Ertem Eğilmez… Uğur Yücel ile başka bir iş için gittik, Ertem bey bana “Sen ne iş yapıyorsun?” dedi. “Karikatüristim” dedim. “Ne okudun?” dedi. “Sinema okudum” dedim. Bana baktı ve “Niye mesleğini yapmıyorsun?” dedi. “Bir şey vermediler ki yapalım” dedim. “Sen kendin zorla, bende bir proje var. Yavuz Turgul’a yazdırdım ama istediğim olmadı. Bir de sen dene” dedi. "Yavuz ağabey’in yapamadığı şeyi ben nasıl yapacağım?" diye düşündüm. O sıralarda absürt komediye daha yakınım, Yavuz ağabey de daha gerçekçi durum komedilerinden yanaydı. Ben absürt komedi yapıyordum. Eve gittim, sahneler yazıyordum, her gün götürüyordum, Ertem bey oksijen tüpünü çıkartıp kahkaha atıyordu. Sonra çok eğlendi ve “Tamam, bunu yapalım” dedi. Ben sete çıkana kadar benim yazdığım bir şeyin sinema filmi olacağına inanmadım. Sete çıkıldı, “demek ki oluyormuş” dedim. Şener Şen, Müjde Ar ve Uğur Yücel... Çok iyi bir kadro toplandı. Zaten onun kendi sabit kadrosu vardı. Çok değişik bir film oldu. Az önce gişe rekortmeni olarak ‘Kahpe Bizans’tan bahsettik ama muhtemelen ‘Arabesk’ çok daha yüksektir. Kendi döneminin fenomen filmidir. Bir de o dönemde sinema salonu daha da azdı. Sinemanın krize girdiği, sinema salonlarının kapandığı bir dönemdi. Hiç unutmuyorum; İzmir’de 800 kişilik bir sinema salonunu adam sandalyelerle bin kişiye çıkarırdı. Kapının önünde insanlar içeri girmek için çabalıyorlardı, büyük bir kıyamet kopuyordu. Film, günde beş kere döndürülüyordu, ekstra matineler koyuyorlardı. O büyük salon aylarca sürekli doldu.

        Arabesk (1989) Müjde Ar - Şener Şen
        Arabesk (1989) Müjde Ar - Şener Şen

        Ertem Bey’in yönettiği son filmdi...

        Evet, benimle bir film daha yapmak istedi ama ömrü vefa etmedi. Hasta yatağındaydı, bana “Seninle bir film daha yapacağız, ben ölmeyeceğim” dedi. “Tabii ki ölmeyeceksin ağabey, proje nedir?” dedim. “Sabancı’nın hayatını yapalım” dedi. Sonra “Bir tane daha projem var” dedi. Bir araba hikâyesi anlattı. “İkisi de olur, siz önce bir iyileşin” dedim ama ömrü vefa etmedi.

        Ertem Eğilmez (1929 - 1989)
        Ertem Eğilmez (1929 - 1989)

        ‘Arabesk’, ‘Kahpe Bizans’, ‘Osmanlı Cumhuriyeti’, ‘Bizans Oyunları’ gibi yüksek gişeli filmler çektiniz? Buna rağmen neden az film çekiyorsunuz?

        İşte bu da bir sorun. Çünkü gerilip topa vurmak gibi bir alışkanlığım var. Çok fazla geriliyorum, penaltıyı atacağım sırada öbür kaleye kadar geriliyorum. Şundan dolayı; benim için her film aslında bir nişane olmalı, arada kötü bir film olmamalı. Her filmimi çok beğeniyorum, bu normal belki ama beğenmediğim bir şey olmaması için uğraşıyorum. Çünkü zaten dizilerde bu oluyor. Dizileri yazıyorum sonra geriye baktığımda “keşke şu diziyi hiç yapmasaydım” dediğim de oluyor ama sinemada “keşke bu filmi hiç çekmeseydim” dediğim bir film yok. Zaten dört tane filmim var. Bir de televizyonu pop kültürü olarak düşünüyorum. Yaptıklarınız bir süre sonra unutuluyor ama sinema öyle değil, sinema çok kalıcı, elli yıl sonra da yüz yıl sonra da yaptığınız filmlerle anılıyorsunuz.

        Bizans Oyunları (2016)
        Bizans Oyunları (2016)
        REKLAM

        Ertem Eğilmez’i nasıl hâlâ anıyorsak…

        Tabii… Ertem ağabey dizi yapmadı, hep sinema filmi yaptı, onlarla anacağız. Yavuz Turgul’u sinema filmleriyle anacağız. İnsanlar ileride beni de öyle ansınlar istiyorum. Televizyonda yaptığım çok değerli işler de var, keşke onlarla da anılsak ama genellikle bu büyük sürümün içerisinde kayboluyorlar. Ama sinema kaybolmuyor o yüzden sinemanın çok değerli olduğunu düşünüyorum. Çok gerilmemem gerektiğini düşünüyorum ama işte tam sinema filmi çekeceğim bir atmosfere girmişken birdenbire yön değiştirdik ve ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ oldu. Biz de o zaman gelsin dedik.

        Kitaplar, diziler, filmler, katkıda bulunduğunuz yapımlar var. Bu kadar zamanı ve beslenme kaynağını nasıl buluyorsunuz?

        Gazetelerde en çok üçüncü sayfaları okurdum, şimdi de internette Habertürk’ü tarıyorum, hangi ilginç haberler var diye oraya bakıyorum. Üçüncü sayfa haberlerini, bütün cinayetleri, aldatma haberlerini, sansasyonları, magazindeki büyük olayları, hepsini okurum. Bunların hepsi bana hikâye oluşturur. İspanyol yaratıcı yönetmen Almodóvar, gazete haberlerinden çok film yapmıştır. Ben de bulduğum konuların çoğunu bir küçük gazete haberi, bir küçük olay, bir hikâyeden alırım. Aslında bunun kitabını da yaptım ama basamadım, bir türlü bitiremiyorum. ‘Seks Eski Bir Yalan’ diye… Bütün bu aldatma hikâyeleri ve cinayetleri üzerine başladım. Bu kadar insanın hayatını köklü bir şekilde değiştirecek ne var bu sekste? Kitapta seksle ilgili ilginç bilgiler veriyorum, bütün dünya kaynaklarını taradım. Hem çok komik, hem çok eğlenceli, hem de düşündürücü bir kitap çıktı ortaya ama hâlâ götürüp de bir yayınevine veremedim çünkü bitiremiyorum.

        GANİ MÜJDE’NİN YAZDIĞI KİTAPLAR

        * Peynir Gemisi

        * Burası T.ö.rkiye

        * Ayaküstü

        * Beraber ve Solo Kaygılar

        * Ahmak Islatan

        * Aramızda Kalsın

        * Seni Sevdiğimi Kimseye Söyleme Çünkü Ben Herkese Söyledim

        * Üç Yanlış Bir Doğruyu Getirir

        * Nbr Cnm

        * Dijital Saadet Olmaz

        * İsim Şehir Hayvan Bitki

        * Kahpe Bizans

        * Ya Benimsin Ya Toprağın Ya da Arasını Bulalım

        * Bendeki Kulak Van Gogh'ta Yok

        REKLAM

        Kitap olarak mı kalacak yoksa sinema filmine ya da diziye evrilir mi?

        Diziye evrilmez. Çünkü hakikaten bilimsel bir kitap, benim bu yanım yoktu. Çok haber taradım, taradığım haberlerden yola çıkarak bunu buldum. Örnek için söylüyorum; Avrupa’da bir tane robot genelevi var, robotlar çalışıyor. Bunu kimse bilmez, bir küçücük haberdi, ‘Robotlarla bu iş nasıl olacak?’ diye bundan koca bir hikâye yazdım. Böyle böyle şeyler… Hem haberin gerçeğini veriyorum hem de benim yorumum var içerisinde, bunun gibi binlerce şey anlatıyorum. Hep aldatma cinayetleri oluyor, insanlar, saçma sapan bir şey gördü ve kocasına söyler diye çocuklarını yok ediyorlar, insan kendi çocuğuna kıyar mı? Çok saçma sapan bir yere evrildiği için ne oluyor? ‘Bunun içinde bizim görmediğimiz ne görüyorsunuz?’ diye bunun kitabını yaptım.

        Sinemanın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

        Sinema bitmez. Zaten en büyük zararı pandemi verdi. Sinemaları dijitaller değil, pandemi zorladı. Yeniden toplayacağını düşünüyorum. Luis Buñuel, “Sinema insanlığın yeni mabedi” demişti. İnsanlar o karanlığa giriyorlar, karanlıkta gonglar çalınıyor, yerine oturuyorsun, sessizlik oluyor ve bir tane ışık patlıyor, ekranda bir şey seyretmeye başlıyorsun, kalabalıklarla aynı tepkiyi veriyorsun. Örneğin komedi filmlerini salonda kalabalıkla izlemek gerekiyor. Çünkü kahkahanın itici bir etkisi vardır. Biri oradan bir kahkaha atar, biri oradan güler, sen bir sonraki sahne için gülmeye başlarsın. Tetikleyici bir etkisi var. Dikkat edin, dijitallerdeki komedilerde şöyle bir sıkıntı oluyor, “Hiç beğenmedik, gülmedik” diyorlar. Çünkü tek başına seyrediyor da ondan gülmüyor. Aynı filmi al bir salona koy etkisi nasıl fark edecek. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Bir de birçok insan çok bozuluyor, “Aman efendim kahkaha efekti olur mu?” diye... Bu nedenle var, dünyanın kahkaha efekti koyma nedeni bu. Kimse o efekti siz salaksınız, burada gülün diye koymuyor, tetikleyici unsur olsun diye koyuyorlar. Ben ne zaman kahkaha efekti koysam herkes itiraz eder, o yüzden koyamıyorum ama gerekliliğine inanıyorum.

        REKLAM

        Kahkaha efekti olan çok yabancı ve Türk yapım izledik ve çok da iyi işlerdi.

        ‘Friends’i hâlâ hayranlıkla izliyorum, ‘Friends’te de var.

        ‘Sayın Bakanım’ vardı. Kahkaha efektini ilk o dizide görmüştüm.

        Bunu çoğumuz reddediyoruz. Olur mu? Kahkaha efekti yakışır mı? Evet, yakışır. Çünkü tek başına izleniyor. Ben demiyorum ki sinema filmine kahkaha efekti koyayım. Woody Allen bir ara “Kahkaha efekti olur mu?” diye çok aşağıladı ama öyle kaldı. Hele ABD’de herkes yalnız, Türkiye’de yine iyi kötü bir aileyle seyrediyorsun, sen gülmezsen bir başkası gülüyor, hep beraber bir gülme ortamı oluşuyor. O yüzden bu bir gerçek, aşı gibi bir şey, ben aşıya inanmıyorum diyorlar ama insanlar ölüyor o yüzden aşıya inanmıyorum diye bir şey yok.

        Kariyerinizin bundan sonraki döneminde ne yapmak istiyorsunuz? Ne yaparsanız kendinizi çok iyi hissedersiniz?

        Aslında bana kalırsa insanlığın bir ideali var. Bayrakların, sınırların artık ortadan kalktığı bir dünya hayal ediyorum. Ben bunu göremeyeceğim muhtemelen, Z kuşağı da göremeyecek ama oraya doğru gitmeliyiz. Hoşgörülü, aramızdaki farklılıkların törpülendiği, insanların birbirlerine saygıyla davrandığı bir dünya idealim var. Dediğim gibi ben bunu göremem ama sanki buna yönelik filmler yapabilirim. Mesela ‘Papaz Kaçtı’ diye bir film projem var. Eğer onu yapabilirsem o biraz öyle bir film, öyle bir şey anlatıyor. Yapacağım şeyden çok manasız şeylerle uğraşıyorum.

        REKLAM

        Neden manasız olduğunu düşünüyorsunuz?

        Hayatın merkezine konacak şeyler değil bunlar, bana kalırsa birçok şey değil. Hayatın merkezine mutluluğumuzu ve etrafa faydalı olmayı koymalıyız. Bunun ötesinde, hangi cinsteniz, hangi cinsiyetteniz, rengimiz ne renk, dinimiz ne, hangi dili konuşuyoruz, bunların bence önemi yok. Bunların daha önemsizleştiği, insanların kültürü haline geldiği ama topyekûn insanlığın birbirine karşı daha anlayışlı olduğu bir dünya hayali bu. Bu olur mu? İnşallah bir gün olur. Daha yaşanır hale gelebilmesi için olması şart. Din savaşlarının bitmesi lazım, kapitalizmin bu kadar vahşi olmaması lazım, sosyal adaletin bütün dünyaya yayılması lazım. Bütün bunlar olacak mı? Olur. Eğer yaptıklarımla buna bir tuğla koyabilirsem ne mutlu bana. Manasız işlerle uğraşıyoruz dediğim bu, günümüzü geçiriyoruz, ölüyoruz, bir bakıyoruz, bu dünya için hiçbir şey yapmamışız, öyle biri olmak istemem.

        Ben şöyle düşünüyorum; güneş sisteminin yaşı 4,5 milyar, evrenin yaşı 13,5 milyar. İnsanın ortalama ömrü ise en iyi şartlarda 80 yıl… Neyin derdindeyiz?

        Bu kadar büyük bir evrenin içerisinde bir karbonuz, o kadar. Bir DNA karbonuyuz, kendimizi fazla da abartmayalım. Çok abartıyoruz, dünyanın merkezine koyuyoruz. Sen hasbelkader oldun ve varsın, şansını iyi kullan ve senden sonra kalanlara bir tuğla koy. İnsanın amacı bu olmalı, bir tuğla koy ki onlar da senin üstüne bir şey koysunlar. Hayat daha güzelleşsin.

        İlk 15 yıl zaten çocuksun, hayatın farkında değilsin. Son 15 yıl yaşlılık dönemi... Arada kalan 50 yılı adam gibi yaşa gitsin.

        Evet, o yüzden yaptıklarımın biraz buna yönelik şeyler olmasını isterim. Dünyadaki farklılıkları ortadan kaldıran, farkları önemsizleştiren eserler ortaya koymak isterim, bunu da ne kadar yapabileceğim bilmiyorum. Ama işte ‘Osmanlı Cumhuriyeti’nde birtakım şeyler anlatmaya çalıştım, o yerini buldu. Belki yeni filmimde de başka bir konuyu ele alacağım, dediğim gibi bütün derdimiz bir tuğla koymak.

        REKLAM

        Önümüzdeki yıl Cumhuriyetin 100’üncü yılı olduğu için belki buna yönelik bir proje düşünmüşsünüzdür.

        Düşündüm ama hâlâ kanalları ikna edemiyorum yoksa muhteşem bir işim var. Çalınacak diye de korkuyorum.

        Cumhuriyet ve Atatürk ile ilgili mi?

        İpucu vermeyeyim ama her seyredenin “İşte bu ya!” diyeceği bir proje. Dramatik bir yanı da var, bütün dünyaya satılabilir bir iş ama olmadı. İkinci ve üçüncü denemelerimi yapacağım. HBO’ya götürecektim HBO faaliyetlerini durdurmuş. Elimizde bir tek Disney kaldı. Disney ile bir konuşmak istiyorum.

        Dijital platformların etkisinin ne olacağını düşünüyorsunuz?

        İnsanlar hangisine abone olayım diye ekonomik sıkıntı yaşayacaklar. Onun dışında iyi olan kazanacak, iyi, özgür, değişik ve cesur olanlar kazanacak. Ben kapitalizmi fazla korkak buluyorum, bu kadar korkak olunmaz, biraz iş yapsınlar. Herkes genel geçer şeylerle vakit kaybediyor, Türkiye öyle bir ülke değil. Kemal Sunal’dan daha geride olamayız. Bu ülkede Kemal Sunal filmleri bile daha çok şey anlatmış. Şu anda o dönemin filmlerinden çok daha gerideyiz. Romantik komedi de demeyeceğim çünkü romantik bir komedi de değil ama hep "romantik bir kalıp üzerinden gelsin, olaylar İsveç’te geçsin, başımız ağrımasın" diye bu iş yapılmaz, biraz sarsıcı olacaksın. Adam IMDB’de en yüksek ortalamayı alan ‘Breaking Bad’ dizisini yaparken ABD’de de çok insan “Uyuşturucuya ve cinayetlere özendiriyorsunuz” demiş. Aynı şey Tarantino için de geçerli, ilk filmini yaptığında “Sen insanları cinayete teşvik ediyorsun” demişler ama bazen toplumu böyle sarsmalıyız. “Tamam ya yapalım işte bir şey, aman suya sabuna dokunmayalım, bugün de idare ettik, paramızı da aldık” olarak bakarsanız, batarsınız. Dijital de olsa diğerleri de olsa hikâyelerde biraz daha cesur olunmalı.

        REKLAM

        100 yıl sonra Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz?

        100 yıl sonra inşallah dünyayı az önce anlattığım örnekteki gibi görürüz. Türkiye bir kültürümüz olur, dilimiz kültürümüz olur, dinimiz kültürümüz olur ama bütün dünya birlikte yaşamayı başarabiliriz. Bir kuş benim balkonumdan havalanıyor iki saat sonra Yunanistan’a gidiyor da ben gidemiyorum, vize lazım, sınır var. Ne oluyor? Bunlar bana çok saçma geliyor.

        Pandemiden sonra iyiden iyiye zorlaştırdılar.

        Bundan iki üç sene önce böyle bir sorun yoktu, herkes istediği yere gidip yaşayabiliyor, göç edebiliyordu. Diyeceksiniz ki “olsun ne yapalım?” Afrika’yı sömürdüysen o da sana gelecek tabii ki. Belki de sen onların boşluğuna gidip orayı daha güzel hale getirirsin.

        Suriye’yi karıştırdılar şimdi “bize gelme” diyorlar.

        Sen yaptın, karıştırmasaydın. Bu konuda doğru dürüst bir iş yapamadık hâlâ, kaç senelik bir sorun değil mi bu? Yapamıyoruz. Bu üzücü değil mi? Etrafta olan bitene kafayı çevirip üç maymunu oynuyorlar. Ben demiyorum ki herkes çok politize şeyler yapsın, söylediğimden o algılanmasın, politize değil etrafa duyarlı işlerden bahsediyorum. Sosyolojik tabanı olan işlerden bahsediyorum. Bunun içerisinde hiç politik olmayan işler de olur. Zaman zaman İran sinemasını izliyorum, hiç politik değil ama çok sosyal tespitleri olan bir sineması var. O yüzden Oscar’da Asghar Farhadi’ye ödül verip duruyorlar. Biz ne yapıyoruz? Adam bir boşanma hikâyesini anlatıyor, karısı “Ben yurt dışına gideceğim” diyor. Adam “Gidemezsin, çocuğumuz var, neden gidiyorsun?” diyor. Orada bir boşanma hikâyesini anlatırken bütün bir İran gerçeğini, İran toplumunu anlıyorsunuz. Biz burada yokuz, İsveç’te çekiyoruz her şeyi. Örnek vereceğim şimdi kızacaklar ama yine de vereyim. Türkiye’de bu kadar akademisyen sıkıntı yaşarken, bizim akademisyenlerimiz denizaltında dünyayı nasıl kurtaracağız diye uğraşıyor. Ne dünyayı kurtarması? Adamlar daha kendilerini kurtaramıyorlar, doğru dürüst üniversite kalmadı. Türkiye’nin gerçeği bu mudur?

        Başka söylemek istediğiniz neler vardır?

        Z kuşağından bahsettik Z kuşağı ile kapatalım. Okumak ve aydınlanmak, etrafa duyarlılık, bence onların da tek çıkış noktası bu. İnsanlar etrafa duyarlı olsun, sadece bunu istiyorum. Kimseden politize olmasını, aykırı olmasını, kırmızı bayrak alıp sokaklarda dolaşmasını istemiyorum ama duyarlılık diye de bir şey var. Dini inançları çok güçlü bir insan değilim belki ama belki aç insanlar vardır, et yemeyen insanlar vardır diye düşünerek bayramda gidip İstanbul Belediyesi’ne bir kurban parası vereceğim. Duyarlılık derken bu tonda bir duyarlılıktan bahsediyorum, daha fazlası değil. Daha fazlası da olsa keşke. İnşallah benden sonraki kuşaklar bizden daha cesur ve duyarlı olurlar.

        ÖNERİLEN VİDEO
        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa