Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan dün Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin ilelebet burada kalmayacakları yönünde bir çıkış yaptı. Bu görüşün ülkedeki ezici bir çoğunluğun duygularını da yansıttığına kuşku yok. Bilgi Üniversitesi’ne bağlı göç merkezinin yaptığı araştırma sonuçlarında da genelde yüzde 85-90 arasında savaş bitince mültecilerin gitmesi gerektiğinin istendiği ortaya çıkıyor. Büyük bir ihtimalle Zeytin Dalı Operasyonu’na verilen desteğin arkasındaki nedenlerden birisi de mülteci nüfusun sınırın güneyine kaydırılabileceğine dair beklenti.

        Yakın zamanda Uluslararası Kriz Grubu’nun yaptığı benim de gelecek hafta ele almak istediğim Suriyeli mültecilerle ilgili rapor, bu konunun giderek daha yakıcı bir mesele haline geldiğini gösteriyor. Türkiye, içeride söylenip sanıldığının aksine mülteciler konusunda en ağır yükü taşıyan ülke değil aslında. Nüfus oranlarına göre bakıldığında, her ikisi de hayli kırılgan demografik yapılara sahip Ürdün ve Lübnan kendi nüfuslarının yaklaşık dörtte biri kadar mülteciyi barındırıyor.

        Türkiye’de bu oran yüzde 5’e yakın. Aradaki fark diğer iki ülkeye göre Türkiye’nin mültecilere hayli ciddi bir kaynak ayırmış olması, genelde ülke içindeki hareketliliklerine karışılmaması ve başlangıçta mültecilerin hüsn-ü kabul görmeleriydi. Bu iyiniyetli yaklaşımın sınırlarının bir hayli geçildiği giderek ortalığı kaplayan yarı ırkçı söylemden, “Neden gidip ülkelerinde savaşmıyorlar?” sorusunun, ne denli mantıklı ya da anlamlı olduğuna bakılmaksızın etkili köşelerde hezeyan halinde dile getirilmesinden de anlaşılıyor.

        Aslında, belli ki Türkiye’de toplumun kahir ekseriyetinin asıl beklentisi savaşın bir an önce bitmesi. Muhtemelen bunun akabinde de Ortadoğu işlerine eskisi kadar çok bulaşılmaması. Ancak bunu henüz anketlerde görmek mümkün değil. Kadir Has Üniversitesi’nin yaptığı siyasal ve sosyal eğilimler araştırmasından dış politikanın başarılı bulunduğu sonucu çıkıyor. Türkiye’yi demokratik bulan ancak milletvekillerinin tutuklanmasından da rahatsızlık duymayan, sinema ve tiyatroya gitmez, kitap ve gazete okumaz toplum çoğunluğu her şeye rağmen kendini “batılı” da hissediyor.

        KAFA KARIŞTIRICI

        Bu durumda Batılı olmanın halen bu toplumda bir olumlu karşılığı olduğunu varsaymak gerekiyor. Son zamanlarda kamuoyu ile paylaşılan anketlerde AB üyeliğini hâlâ isteyenlerin oranı yeniden yükselişte gözüküyor. Kadir Has Üniversitesi anketinde AB üyeliğine destek, geçen seneye göre yaklaşık 11 puan yükselerek yüzde 57.8 çıkmış. O zaman Bilgi’deki Sevr sendromuyla ve Batı’nın Türkiye hakkındaki niyetleriyle ilgili bulgular bir hayli kafa karıştırıcı.

        “Batılı” ve AB üyeliği istediğini söyleyen Türkiye kamuoyunun yüzde 56.8’i ABD’yi en büyük tehdit olarak algılıyor. Gerçi Kadir Has’a göre bu ahvalde dahi NATO üyeliğine destek artmış. Avrupalı devletlerin geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’nu böldükleri gibi Türkiye’yi de bölmek istediğini düşünenlerin oranı yüzde 87.6. AB bağlantılı reformların kapitülasyonlara benzediğini düşünenler yüzde 77.3. Batı’nın Türkiye’ye yaklaşımını haçlı ruhuyla açıklayanlar yüzde 77.6. Osmanlı İmparatorluğu’nun Abdülhamid dönemi dahil son yüz yılına damgasını vuran ve Cumhuriyet döneminde süren Batılılaşma çabaları ise yüzde 74’e göre “taklitçilikten” öteye gidememiş.

        Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen tüm devletler gibi kendisine bir antlaşma yani Sevr dayatılmış, ancak dayatılanı kabul etmeyip o zayıf anında mücadele ederek savaş kazanıp yeni bir antlaşma imzalamış bir ülkenin toplumu neredeyse 100 yıl sonra neden hâlâ yırtıp attığı antlaşmanın korkusuyla yaşar anlamak kolay değil. Ama zaten çeşitli araştırmalar arasındaki sonuçların bu denli radikal farklar içermesini de, aynı araştırmada birbirine taban tabana zıt sonuçların ortaya çıkmasını da anlamak güç.

        Kimbilir belki millet araştırmacılarla kafa buluyordur.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar