Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        FIRSAT olduğunda ülkemizdeki yabancı diplomatlara sorular sormayı, dış haberci olmam hasebiyle mesleğimin önemli bir parçası sayarım. Pek çok diplomat mesleğinin en önemli vasfının “ketumiyet” olduğuna inandığı için ağızlarından onların istediğinden fazlasını koparmak hiç kolay değildir haliyle. Bu arada bu tür görüşmelerde Sir Henry Wotton’un 17’nci yüzyılda yaptığı şu tarifi de akılda tutmakta fayda vardır: “Ülkesi adına yurtdışına yalan söylemek üzere gönderilmiş namuslu kişiye diplomat denir!”

        ABD’nin Türkiye Büyükelçisi John Bass’in geçtiğimiz cuma günü gazetecilerle yaptığı basın toplantısına, yukarıda özetlediğim gerekçe ve düşünceler çerçevesinde katıldım. Toplantının yapılacağı salona varır varmaz davet listesinde çeşitliliğe pek önem verilmediğini hemen fark ettim. Nitekim bu şaşkınlığımı konsolosluktaki ilgililere aktardım ve röportaj sırasında bir soruyla da gündeme getirdim. Zira toplantının başında Bass’in “Burada olmadıklarını siz de fark etmişsinizdir, çünkü davet edilmediler” diyerek o an orada olmayan bazı medya kuruluşlarını “gazeteciliği yapış tarzları” nedeniyle eleştirmesi, bir diplomattan duymaya alışkın olduğum türden sözler değildi.

        Bununla birlikte toplantıda Bass’in Türkiye, Suriye, İran ve PKK-SDG konusunda söylediklerinin de dikkatle okunup analiz edilmesinin hayli önemli olduğu kanaatindeyim. İkili ilişkilerin başarılı yönleri olduğunu anlatmaya çalışırken DEAŞ’ın 9 aydır Türkiye’de büyük eylem yapmadığına da değindi. Bass’in, Suriye’de DEAŞ’tan sonra Türkiye’yi tehdit edecek yeni bir radikal örgütün çıkması ihtimaline karşı yaptığı öneriler, üzerinde durulacak mesajlardı.

        Ankara-Tahran hattındaki yakınlaşmaya değinirken Türkiye’nin, “İran rejimi”nin bölgedeki rolünden duyduğu rahatsızlığın devam ettiğini bildiğini söyledi ve ayrıca Trump’ın nükleer anlaşmayı iptal etmeye yönelik sözlerinin de dikkatle okunmasını önerdi. İdlib’de Ankara’nın Rusya ve İran’la girdiği dönemlik yakınlaşmaya işaret ederken Esad’ın gitmesi gerektiği konusunda Türkiye ve ABD’nin halen hemfikir olduğunu vurgulaması da bölgedeki pek çok şeyin göründüğü gibi olmadığını hatırlatması bakımından dikkate değerdi bana kalırsa.

        VİZELERİN ASKIYA ALINMASI KRİZİ

        ABD’nin vize başvurularını durdurmasına neden olan eski bir konsolosluk çalışanının tutuklanması da toplantıda konuşuldu haliyle. Bass, tutuklamayla ilgili “kendisini açıklama yapmak zorunda hissettiğini” söylerken bunun sebebi olarak da her şeyden önce meselenin basına yansıtılmasından şikâyetçiydi. Konunun basına yansıma şeklinden dolayı hükümeti doğrudan suçlamak yerine “Hükümetten birileri” demeyi tercih etmesi enteresandı açıkçası.

        Şimdi düşününce, Bass’in ABD’nin tutuklama karşısında tepkisiz kalmayacağının işaretini de o toplantıda vermiş olduğunu fark ediyorum. Yeni görev yeri olan Afganistan’a gitme hazırlığı yapan Bass’in tutuklama nedeniyle “hükümetten bazılarını intikam peşinde koşmakla” suçlaması, kuvvetle muhtemel ABD’nin de misilleme yapacağına yönelik bir mesajdı. Konudan bahsederken eski konsolosluk çalışanıyla ilgili suçlamaları daha yargı süreci başlamamışken “Temelsiz” olarak nitelemesi ve üstüne “Hiçbir delil bulunacağına inanmıyoruz” demesi de analize değer bir diplomatik mesajdı. Mesajdan anlaşılan şeyse ABD’nin eski çalışanının derhal serbest bırakılmasını talep ettiği ve Ankara’nın cevabının beklendiğiydi. Vizeyle ilgili atılan adımın da verilen cevabın ardından alınmış olması yüksek bir ihtimal gibi görünüyor. Bu şekilde başlayan krizin yine konsolosluk çalışanının yargıdaki durumuyla bağlantılı şekilde gelişeceği anlaşılıyor. Dün akşam ulaştığım Amerikalı yetkililerin meseleye dair ketumiyeti de bundan sonraki adımın Ankara’dan beklendiğine işaret ediyor gibi görünüyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar