Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tarihte yaşanan küresel salgınlar bir şeyleri değiştiriyor mu? Mesela kentlerde, kurumsal alanlarda, yapılarda, yaşam alışkanlıklarında farklılıklara gidiliyor mu? Yoksa, her şey kaldığı yerden mi devam ediyor?

        Bence etmiyor, edemez de..

        Çünkü, her küresel salgın sonrasında zorunlu olarak dönüşümler yaşanıyor. Bunu özellikle de büyük şehirlerde görüyoruz. Salgınlara karşı dayanıklı şehirler tasarlamanın sürekli gelişen bir olgu olduğunu izliyoruz. En azından bilinçli ülkelerde..

        Örneğin Sars, Mers, Ebola gibi salgınlar ile şehirlerde mekânsal rutinlerin değiştiği dönemler saptandı. 2050 yılında dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 70'inin şehirlerde yaşayacağı öngörüsünü bir yana aldığımızda, günümüzdeki salgın nedeniyle şehirlerde yaşam pratiklerimizi daha dayanıklı ve akıllı değişikliklerin beklediğini söyleyebiliriz.

        Aposto'da Sıla Eser'in yaptığı "salgınlara karşı dayanıklı şehirler tasarlamak" derlemesine göre, her büyük salgın sonrasında şehirlerin ve binaların şekillenmesinde etkileşim oluyor, ofis ve konutlara yeniden planlama geliyor, kendi kendine yetebilen kentler yaratılmaya çalışılıyor ve en önemlisi de hastane mimarileri üzerinde değişime gidiliyor.

        *

        Tüberkülozun yayıldığı dönemde, 1933'te Finlandiya'da tüberküloz tedavisi için bir tesis olan Paimio Sanatoryumu'nu tasarlamıştı. Binadaki geniş pencereler, uzun duvarlar, açık renkli odalar, teras, ısıtmanın hastanın ayaklarına doğru yönlendirilmesi gibi değişiklikler sadece estetik kaygı ile tasarlanmamıştı. Mimarinin kendisi aslında tedavinin bir parçasıydı.

        Kolera salgını ile şehirlerde kanalizasyon sistemlerinin kurulması ve veba salgını ile de atık su borularından, binalarda birçok altyapı çalışmasına kadar gerçekleşen müdahaleler, salgınlar sonrası yaşanan değişikliklere örnek gösterilebilir.

        Son yıllarda inşa edilen ofis ve konutlara baktığımızda izole alanlar diyebileceğimiz, balkonlardan yoksun ve açılmayan pencereler ile gelişen mega yapıları görüyoruz. Yaşadığımız salgın ile karantina sürecinde özellikle balkonun varlığı şehir yaşamımızda oldukça etkili oldu.

        Covid-19 sonrası dönemde, balkonların ve açılan pencerelerin olduğu, daha iyi havalandırılan, ses akustiğine önem veren, doğal ışığı alan ofis ve konut binaları tercih edilecektir.

        *

        Şehirlerin içinde farklı mahallelerin, sosyo-ekonomik açıdan daha gelişmiş olan mahallelerdekine benzer güçlü altyapı hizmetlerine ve erişilebilir yeşil alanlara sahip olmaması, kimi bölgelerde koronavirüsün seyrini hızlandırdı.

        Şimdi salgına karşı alınan önlemler arasında, kentlerde bisiklet şeritlerinden oluşan geniş ağlar kurulması, bazı caddelerin yaya kaldırımlarına dönüştürülmesi, bazı yolların tamamen bisiklet yoluna çevrilmesi gibi değişiklikler gündeme gelmeye başladı.

        Keza, Covid-19 tecrübesi yaşayan hastanelerde de yeni uygulamalara gidilmesi planlanıyor. Hastalığın yayılma riskinin yüksek olması nedeniyle, hastane mimarisi üzerinde de düşünülmesi gerekiyor. Önümüzdeki dönemde, fiziksel mesafeye uygun bekleme alanlarının, odalarda yeterli yatakların ve havalandırma sistemlerinin olduğu yeni hastaneler görebiliriz.

        Salgın bize şu gerçeği kesinlikle öğretmiş durumda: Hastaneleri ve okulları daha küçük birimler hâlinde geniş bir alana yaymamız ve tek bir merkez yerine bir çok merkezi güçlendirmemiz gerekiyor.

        Bu travmadan çıkarılacak en önemli ders budur bence..

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar