Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AK Parti parlak yıllarında pek çok dönüştürücü girişime bulundu. Özgürlükçü bir temayül içeren onlarca işe imza atmak istedi. Kimi geri tepti, kimi ise gayet başarılı oldu. Başarılı olanlara örnek olarak 28 Şubat’ın alt metni sayılabilecek eğitim kurumlarında ve kamuda başörtüsü yasağının sona erdirilmesi verilebilir. Hatta darbelerle yüzleşme ve ne koşulda olursa olsun darbelere hayır diyebilme farkındalığının topluma kazandırılması da AK Parti’nin ’sessiz devrim’ dediği kapsama dahil edilebilir. Ancak barış sürecinin başlatılması, Kürt meselesinde PKK’nın silah bırakmasının sağlanması ve eşit vatandaşlık ilkesinin hayata geçirilmesi gibi radikal adımlarla ve büyük heyecanlarla başlayan bazı girişimlerin duvara tosladığı da herkesin malumu.

        Bir zamanlar ‘Ama bu bir devrim’ denilebilecek metinler yazılır, ‘Sessiz Devrim’, 'İleri Demokrasi’, ‘Büyük Türkiye’ tanımları havada uçuşur ve bunlarla ilgili olarak toplumda, kanaat önderlerinde gözle görülür bir heyecan gözlemlenirdi. Artık öyle olmuyor. Tam da bu nedenle, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, eylem planından kasıtla, ‘iyi niyet belgesi’ diyor. Mütevazi bir ifade seçimi.

        Ancak ne kadar tevazu içerse de bahsi geçen ‘iyi niyetin’ pek çok kesime değmediğini hatta onları kızdırdığını da görüyoruz.

        Bunun bir nedeni, hükümet partisinin toplumla kurduğu ilişkinin uzun soluklu bir evliliğe benzemiş olması. Ortada çiçek gibi bir metin var ama yirmi yılın sonunda artık yeterince heyecan yaratmıyor. Hatta tencere kaynamadığı, faturalar ödenemediği, çocuğun okul masrafı kaldırılamaz hale geldiği için, ‘çiçek’, kızgınlığa bile neden olabiliyor.

        Takdir edersiniz ki, bu çiçeğe yönelik bir eleştiri ya da beğenmemezlik değil, tekst kontekst uyuşmazlığına, bağlam sorununa dair bir bıkkınlık. AB’den fon alınarak yapılan bir çalışmanın desteklenmesi beklentisi ile, AB’den fon almak dışında bir ‘delil’ içermeyen iddianamelerle cezaevi çilesi çekmiş insanların ‘hakları’ akla geliyor haliyle. Çelişki manzumesi daha da uzatılabilir.

        HÜKÜMET NORMALİ HATIRLADIĞINI GÖSTERMEK İSTEDİ

        Eylem planını “Bravo, insan haklarını yeni keşfettiniz sanırım, Magna Carta’dan beri olan her şeyi toplamışsınız, bunların hepsi zaten İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde var” gibi sözlerle küçümseyenler de oldu.

        Oysa insan hakları eylem planı olarak ortaya konan ve 11 ilke, 9 amaç, 50 hedef ve 393 faaliyeti içeren metne mahcup bir itirafname olarak bakarsanız, kızmaya ya da küçümsemeye gerek görmezsiniz.

        Hükümetin amacı tekerleği icat etmiş gibi davranmak değil. Mesele devleti yönetenlerin topluma dönüp "Endişe etmeyin, tekerleğin neye benzediğini hatırlıyoruz" mesajı vermek istemesinden ibaret.

        Yani "Normal nedir biliyoruz; bildiğimizi de bilmenizi istiyoruz."

        Hangi alanlar sorunlu hale gelmiş ise onların standartlarını yükseltmeye odaklanan vurguların nedeni bu.

        Mevzuat ve idari faaliyetler hukuki öngörülebilirlik, şeffaflık ve hesap verilebilirlik temelinde ele alınıp öne çıkarılmış, çünkü tam olarak ‘örselenen’ bu.

        Planın uzun versiyonunda ayrıntılı biçimde yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ele alınmış, ‘hakimlik teminatı’ konusu işlenmiş, adalete erişimi kolaylaştıracak faaliyetlere değinilmiş, çünkü tam olarak bu alanlarda problem var. Atama ve terfilerin liyakate göre yapılması ilkesi belki daha önce de yeterince işlevsel değildi ama son bir kaç yıl içinde on bini aşkın yeni hakim ve savcının liyakat değil sadakat hatta partililik kriteri üzerinden atanması yargının geleceğini felç edebilecek tohumların atılmasına neden oldu.

        Mülkiyet hakkına, kazanılmış haklara, suç ve cezanın şahsiliğine, masumiyet karinesine vurgu yapılmış, çünkü son yıllarda tam olarak ‘aşınan’ ilkeler bunlar.

        “Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarının soruşturma konusu olmaması için hâkim, savcı ve kolluk görevlilerine düzenli olarak eğitim verilecektir” cümlesini ayrıca önemsedim. Diyeceksiniz ki, "Bunun böyle olması için ayrıca belirtilmesi, ayrıca taahhüt edilmesi gerekir mi?” Gerekiyor, çünkü mevcut pratik bu meselelerle ilgili kanunların daha toleranslı ve esnek uygulanılmasını gerektiren anlayıştan çok uzaklaştı.

        İLERLEMEK DEĞİL, GERİLEMENİN ÖNÜNE GEÇMEK HEDEFLENMİŞ

        Adalet Bakanı Gül’ün Anadolu Ajansı'na verdiği mülakatta ‘iyi niyet belgesi’ şeklinde tanımladığı, ‘hukuk güvenliği’ kavramını öne çıkararak açıkladığı bu plan, hepimiz biliyoruz ki, kavrulup küçülen adaleti yeniden işleyebilir hale getirme amacına matuf bir çalışma.

        Hepimiz biliyoruz ki içinde yaşadığımız bağlamda insan hakları eylem planı en iyimser senaryoda bile en fazla gerilemeyi durduran bir fonksiyon icra edebilir.

        Söz konusu eylem planı bir reform değil, normale dönme istekliliği. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çiçeğe su vermek/dikene su vermek alegorisi acaba bu isteklilik haline bile sınır çizmek isteyenler mi var diye düşündürdü. Cumhurbaşkanı'nın "Susuzluktan boynu bükülmüş çiçeğe su vermek adaleti yerine getirmek olurken dikene su vermek zulüm anlamına gelebiliyor” ifadesini kullanması pek çok kimsenin dikkatini çekti. Ancak bu cümle çok açık ki, Rumi'nin "Adalet ağaca su vermektir, zulüm ise dikenleri sulamak..." sözünden ilham alıyordu. Dolayısıyla cumhurbaşkanının ifadesindeki maksadın "Diken olduğunu düşündüğümüz kişilere su bile vermeyeceğiz" demek olmadığını; burada faydalı fikirleri (ağaç) yaygınlaştırmak, zehirli nefret saçan eylem ve söylemleri (diken) ise yok oluşa ya da unutuluşa terk etmenin anlatılmaya çalışıldığını iddia etmek de mümkün. Zira gerçek şu ki, eğer hukuktan ve hukuk güvenliğinden bahsediyorsak adi ya da siyasi suç zanlısının, tutuklunun, mahkumun, hatta teröristin; hatta seri katilin bile hakları olduğunu biliriz. Misal: Adil yargılanma hakkı.

        Sözün özü, Gayret sahipleri samimi ise, bir parça yol almak bile ülkeye umut verir.

        İş ki uygulama olsun, planın hayata geçtiğini gözlemleyebilelim.

        Devleti yönetenler kendilerine benzemeyen, kendi doğru dediğine doğru demeyen herkesi vatan haini terörist diye tanımlamaktan ve onlara karşı adeta düşman ceza hukuku uygulamaktan vazgeçsin mesela.

        Ama biliyoruz ki, asıl insan hakları reformu, insanı yaşat ki devlet yaşasın düsturunu bırakıp, ‘devleti yaşatsın ki insan yaşasın’ şiarı kabul edildiği gün olacak.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar