Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ayasofya, Ayasofya-i Kebir Cami-i oldu, hayırlı olsun, uğur getirsin.

        Millet 24 Temmuz’da kılınacak ilk Cuma namazına katılmak için sıcak demedi, kalabalık demedi, uzak demedi. İki gündür cami statüsünü kazanmış Ayasofya’ya çıkan bütün yollar sokaklar insan seliyle doldu taşıyor.

        Sadece bu kalabalık ve teveccüh bile yapının nasıl bir simgesel anlam yekununa muhatap olduğunu göstermeye yeterli.

        “Ayasofya atılımı heyecan yaratmadı, millet bu mezvuyu o kadar da takmıyor” diyenler yanıldı. Millet bu mevzuyu canı pahasına takıyormuş, o kalabalığa akın etmekte beis görmeyenlerden, Covid-19’u da umursamıyor olmalarından belli ki Ayasofya’nın ‘cami’ olması hayat memat mevzuu olarak algılanıyormuş.

        24 Temmuz günü Çemberlitaş’tan Sirkeci’den; Sultanahmet Meydanı’na çıkan her sokaktan yürüyen coşku ve cezbe analiz edilmeye muhtaç.

        Necip Fazıl’ın bir konuşmasında kullandığı satırlar tam olarak bu haleti ruhiyeye karşılık geliyor: "Gençler! Bugün mü yarın mı bilemem. Fakat Ayasofya açılacak. Türk'ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar Ayasofya'nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilir. Ayasofya açılacak. Hem de öylesine açılacak ki, kaybedilen bütün manalar zincire vurulmuş, kan revan içinde masumlar gibi ağlaya ağlaya üstünü başını yırta yırta onun açılan kapılarından dışarıya vuracak”

        REKLAM

        “ZİNCİRE VURULAN MANALAR” ARTIK SERBEST Mİ?

        Necip Fazıl’ın ülkenin sağ, muhafazakar, milliyetçi ahalisinin muhayyilesine hem ayna olduğu hem de o muhayyileyi yönetenlerden olduğu herkesin malumu.

        “Türkün bu vatanda kalıp kalmayacağının” hala bir ‘endişe’ kaynağı olması hazin değil mi? Ayasofya’nın ‘kaybedilen bütün manaların’ esir edildiği yer olarak anılması? Müze olarak devam edince bütün manalar esir kalıyor, cami olunca manalar özgür.

        Tevekkeli değil sürecin başından beri herkesin ağzında ‘fetih’ var, 21. yy.’da ancak ve ancak ‘egemenlik hakkı’ olarak ifade edilebilecek ‘kılıç hakkı’ lafzı var. Durdurulup mikrofona konuşan bir diyor ki mesela, “Ayasofya fethi simgeler, fetih bitmez, hep devam eder”. Bir başkası yine ‘fetih’ diyor ve sonra devam ediyor “Eşeği bile fethetmemiz lazım bizim”.

        Ayasofya’nın yeniden cami olması seremonisinde tecessüm eden ve ülkenin diğer sakinlerinde hep var olan endişeyi yeniden kabartan şey de bu duygulanım hallerinin “Fethedilmedik tek bir şey kalmasın” olarak yansıyan görüngüsü.

        Hüzün veren bir mesajı da var bu duygunun.

        Çünkü bakın, fethedilen yer İstanbul. Fethin üzerinden 567 yıl geçmiş. O tarihten itibaren kısa süreli bir işgal dışında hep bizim olmuş.

        Birbirinden güzel selâtin camiler başta olmak üzere ecdat yadigarı bütün eserler, hiç susmayan ezanlar bu şehrin Roma’ya galip gelen Osmanlı’nın mirası olduğunu unutmanıza bir an bile izin vermez normalde.

        Ama demek ki, bu kadar insan bunca yıl Ayasofya’nın müze olmasını ‘dış güçlerin dayatması’ olarak görmenin dışında, müze yapılma kararında ülkenin sağ muhafazakar dindar tabakasını kasıtlı olarak incitme temayülü sezmiş. Dönemin başka camilere gayet hoyrat davranıldığı gerçeği hatırlanırsa bunun hiç de boş bir kuruntu olmadığı anlaşılır. Tam da bu nedenle, İstanbul’a, İstanbul’un ataları tarafından çoktaaan ele geçirildiği gerçeğine paralel alternatif başka bir gerçeklik üzerinden bakmış. İstanbul’u kendisine ait saymamış. Kendisini de İstanbul’a ait görmemiş.

        REKLAM

        Belki ondandır Türkiye’nin defaatle sağ muhafazakar iktidar görmesi ama İstanbul’a adeta rakip, hasım gözüyle bakılması. Bir öksüzlük sendromu ki, yüceltilen, kutsal sayılan kimi ecdadın eserlerine dönüp bakmamakta bile kendini mazur sayabiliyor.

        İstanbul’un kilise olarak yapılmış bir binayı elden kaçırma-ele geçirme macerasına indirgenmesi üzerinden çıkan onca edebiyat seksenaltı yıl hasret körüklerken, Topkapı Sarayı'na komşu mahalle sayılacak olan Tophane Meydanı tarumar oldu. Kılıçali Paşa camii hakeza, yaklaşık on yıl önce ‘toparlanana’ kadar kimsenin umrunda olmadı. II. Mahmud tarafından yaptırılan, azameti ve zarafeti tartışma götürmez olan Nusretiye Camii 1956’dan 2015’e kadar sürekli zarar gördü mesela. Muvaikkathenesinin yeri değiştirildi, duvarları çatladı. 2015’te ufak bir kaç tamirat için baktıklarında gördüler ki yapının bağdadi taşıyıcı duvarları tamamen çürümüş, camii taşıyıcı sütunlar üzerinde duruyor ve caddeye tramvay hattı döşenirken kolonlarda çatlaklar oluşmuş. 2012’de başlayan restorasyon tam 6 yıl sürdü. Ancak az ilerdeki güzeller güzeli Tophane Kasrı hala can çekişiyor, sahipsiz kendi halinde, kirli.

        Sağ muhafazakar İslamcı kitleler için, fethin sembolü Ayasofya’yı yeniden ele geçirmek, aynı ecdadın şehre attığı imzaların-eserlerin korunmasından daha önemli oldu hep. O yüzden olsa gerek 6 yıllık restorasyonu tamamlanıp bittiğinde, 2018’de Erdoğan tarafından açılışı yapılan Nusretiye’ye kimse sel olup akmadı. Osmanlı’nın sur dışında yaptığı en büyük eserdi oysa.

        Sözün özü Erdoğan’a, Ayasofya’dan önce ve daha fazla, özellikle başbakan olduğu dönemde Topkapı Sarayı’nı Beşiktaş’taki Dolmabahçe Camii’ne bağlayan hatta yaptırdığı rehabilitasyon için teşekkür etmek gerekir. Çünkü aslına bakarsanız ecdadın imzasını korumak, yaptıklarını hayatta tutmak, daha önce yapılmış fetihlerin çevrimiçi simulasyonlarıyla cezbelenmekten daha kıymetli.

        Bir de dua edelim, bu bitimsiz yeniden fetih heyecanı bir noktada sakinleşsin. “Madem bizim oldu, böyle cami mi olur, kazıyalım o mozaikleri, atalım sıvayı üzerine o imparatoriçenin…” seslerinin galebe çalmasına izin verilir, yetmez bir de peşine düşülürse bu adımı ‘egemenlik hakkı’ ile açıklama imkanı biter çünkü. Bunu daha önceki bir yazımda da belirtmiştim.

        REKLAM

        Ayasofya’nın cami olmasına küçük bir azınlık dışında kimsenin itirazı yok. Ama ‘dünya mirası’ kimliğini zedeleyecek vandallıkların sahne alması ihtimalinden endişe eden çok.

        Ayrıca başından beri halkın %70’inin özlem duyduğu bir şeyi gerçekleştiren kararı, kendi havai özlemlerinin yelkenlerini şişirmek için kullanacak olanların çıkmasından endişe ediyordum. Sabotaj artık ana akım sayılabilecek bir gazetenin düzenli olarak çıkan haftalık dergisinin kapağına çekilen “Hilafet için toparlanın” başlığıyla geldi. Bu sakaletin Ayasofya’nın cami olmasından kaynaklanan duygu patlamalarının eseri olduğunu, geçici bir heyheylenme olduğunu, akabinde aklın ve realitenin galebe çalacağını düşünmek istiyorum.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar