Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçtiğimiz günlerde RTÜK yeni tip corona virüse ilişkin yayınları mercek altına aldı ve diğer bazı kanallardaki programlarla birlikte Habertürk'teki "Para Gündem" programında “canlı yayında” bir tıp profesörünün Covid-19 salgın hastalığı bağlamında söylediği sözler nedeniyle, "Hiçbir otorite tarafından teyit edilmemiş bilgilerin gerçeklik ve doğruluk ilkelerine aykırı bir şekilde izleyiciye aktarılması"nı gerekçe göstererek idari yaptırım uyguladı.

        Hepimiz bu karara şaşırdık, hatta tepki gösterdik. Birbirimize omuz vermemiz gereken zamanlarda gelen bu omuz atmanın manasızlığına kafa yorduk.

        Ben gün içerisinde Manşet programını sunuyorum. Perşembe akşamları da bir tartışma programı. Bilim Kurulu Üyesi hocalarımız dahil olmak üzere farklı branşlardan bilim insanlarını misafir ettiğimiz bu yayınlarda, içinde bulunduğumuz durumu, karşı karşıya kalabileceğimiz riskleri, alınması gereken önlemleri etraflıca konuşuyoruz.

        Zaman zaman konuklarımız gayet tabii olarak eleştirilerini dile getiriyorlar. Bu eleştiriler de eksiklerimizi görebilmek ve hep birlikte salgından en az zararla kurtulabilmek için ufuk açıcı oluyor.

        Hiçbir programımızda salgın tehlikesini siyasi düzeyde tartışmadık, tartıştırmadık. Öyle bir perspektifle tartışılmasını doğru da bulmadık.

        Zaten ziyadesiyle kutuplaştığımız bir dönemde hepimizin sağlığını ve yaşamını doğrudan etkileyen bir meselede tek derdimiz mücadeleye katkı sağlamaktı. Tüm arkadaşlarımız aynı duyarlılık ve bilinçle yayın yapmayı sürdürüyor.

        ANAYASA MAHKEMESİ’NİN EMSAL KARARLARI

        Hal böyle olunca bazı hukukçu dostlarımı arayıp, işin hukuki boyutunu da soruşturmak istedim.

        Anlattıklarını dikkatle okumanızı rica ediyorum.

        “Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 2/7/2015 tarihinde verdiği 2013/8598 sayılı kararıyla bir tıp doktoru olan başvurucu Ali Rıza ÜÇER’in yine halk sağlığının gündemde olduğu bir ortamda Ankara’nın içme suyu üzerine hazırladığı raporlarda kullandığı ifadelerin dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’na hakaret oluşturduğu iddiasıyla açılan davada başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesini ifade özgürlüğüne aykırı bulmuştu. Başvurucu aleyhine tazminata hükmeden ilk derece mahkemesi bir bilim insanı olan başvurucunun belediyenin kamuoyuna açıkladığı su raporlarını sorgulayabilmesi için “bilimsel kesinlik” kriteri aramıştı. Anayasa Mahkemesi gerekçeli kararında bu yoruma karşı şu cevabı vermişti: “Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranması, başvurucunun kamusal tartışmaya katılabilmesini olanaksız kıldığı gibi açık bir toplumdan söz etmeyi de imkânsızlaştırmaktadır. Kamusal meselelerin tartışılmasına bilimsel kesinlik bulunmadığı düşüncesiyle yapılan müdahalelerin gerekçesi, ilgili ve yeterli bir gerekçe olarak kabul edilemez.”

        Şimdi Anayasa Mahkemesinin bu kararı karşısında RTÜK tarafından Habertürk’e uygulanan cezanın “Hiçbir otorite tarafından teyit edilmemiş bilgilerin izleyiciye aktarılması” şeklindeki gerekçesinin ifade özgürlüğü kapsamında haklı bir gerekçe olarak kabul edilmesi mümkün mü?

        RTÜK’ün bu kararı karşısında bilim insanlarının kamuoyundaki bir tartışmayla ilgili görüşlerini açıklamadan önce bir “otorite”ye teyit mi ettirmeleri gerekiyor?

        Üstelik Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirttiğimiz kararına konu olayda düşünülmüş, taşınılmış, üzerinde çalışılmış bir bilimsel raporun açıklanması söz konusu. RTÜK tarafından verilen cezaya konu programda ise bir akademisyen “canlı yayın”da görüşlerini dile getiriyor.

        Şüphesiz insanların yazılı görüş açıklamaya kıyasla canlı yayında yanlış anlaşılabilecek sözler söylemeleri riski daha fazla.

        Önümüzde bunu dikkate alan uluslararası mahkemeler ve Anayasa Mahkemesinin canlı yayında söylenen sözlerin daha fazla hoşgörüyle karşılanması gerektiğine ilişkin kararları da var;

        “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Aczimendi lideri Müslüm Gündüz’ün televizyonda katıldığı canlı bir tartışma programında söylediği sözlerden dolayı cezalandırılmasını (4/12/2003 tarihli Gündüz/Türkiye kararı), Anayasa Mahkemesi ise yerel bir televizyon kanalında canlı yayında kullandığı ifadeler nedeni ile bir başvurucunun adli para cezasına mahkûm edilmesini ifade özgürlüğüne aykırı bulmuştu. (23/10/2019 tarihli Selahaddin Aydoğdu kararı)”

        Dahası bir televizyon kuruluşunun canlı yayına çıkardığı uzmanların yaptıkları yorumlar nedeniyle cezalandırılması sizce makul müdür?

        Aksinin kabulü halinde ceza almak istemeyen televizyon kanallarının önünde iki seçenek kalıyor: Ya risk almamak için canlı yayınlara konuk almayacaklar ya da aldıkları konukların hangi görüşleri paylaşacaklarını yayın öncesinde belirleyecekler.

        İki seçeneğin de demokratik bir sistemde basın özgürlüğü ile bağdaşır bir yanının olmadığı açık.

        Nitekim Danıştay, oldukça hassas bir konu olan Ermenilerle ilgili talihsiz olayların uzman kişilerce tartışıldığı bir programda yayın ilkesinin ihlal edildiği nedenine dayalı olarak RTÜK tarafından verilen yayın durdurma cezasına ilişkin davada RTÜK lehine verilen yerel mahkeme kararını "Canlı yayına katılan konuşmacıların nitelikleri, üzerinde tartışılan konu hakkında yaptıkları 14 araştırmaları, programı hazırlayan ve sunan kişinin yorumu ile bir tartışma programı olduğu dikkate alındığında ve programın bütünü değerlendirildiğinde yukarıda yer verilen yayın ilkesinin ihlal edildiğinden söz etme olanağı bulunmadığı” gerekçesiyle bozmuştur. (Danıştay 10.Dairesinin 8.12.2003 tarih ve E:2002/3673, K:2003/4850 sayılı kararı)

        Evet genel sağlığı tehdit eden bir salgının yaşandığı çok hassas günlerden geçiyoruz. Evet tüm toplum kesimlerinin ve televizyoncuların bu hassasiyeti dikkate almaları, buna göre yayın yapmaları ve akademisyenlerin de bu çerçevede görüş paylaşmaları gerekiyor.

        Ancak bu süreci atlattığımızda elimizde temel bazı demokratik değerler kalmalı değil mi?

        Bu konuda da kamu makamları hassasiyet göstermeli, temel hak ve özgürlüklere müdahale ederken keyfilikten kaçınmalıdır.

        Ayrıca mesele sadece televizyon kanallarının ve akademisyenlerin meselesi de değil.

        Son günlerde paylaştığı eleştirel bir video nedeniyle gözaltına alınan TIR şoförünün olayında olduğu gibi “Devlet ağzını açanı susturuyor” algısını oluşturmak, hem geniş halk kitlelerinde huzursuzluğa neden olur hem de salgınla ilgili yürütülen özverili mücadeleyi gölgeler. Bir şeyleri yaparken başka şeyleri bozmak gerekmiyor.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar