Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçtiğimiz akşam bazı hekim dostlarımla Türkiye’deki sağlık sistemi üzerine biraz sohbet ettik. Konuştuklarımızın özetini sizlerle de paylaşmak isterim. Ülkemizdeki “sağlık sistemi” veya maalesef duyarsızlaşmaya başladığımız, “sağlıkta şiddet” gibi konulardan ziyade, ailesel camia içinde konuşulan ve ilerleyen dönemlerde toplumsal bir sorun haline gelmesinden endişe duyulan hassasiyetlere değindiler.

        Bilindiği üzere tıp fakültesi mezuniyeti sonrası hekimler, branşlaşmak için TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı) adı altında yapılan bir sınavla çeşitli branşlarda uzmanlık eğitimi alarak, “uzman hekim” sıfatıyla hizmet veriyorlar. 1990’lara kadar bu sınavda dereceye girenler öncelikle cerrahi alanları tercih ediyordu.

        Ancak son 10-15 yıldır birtakım sebeplerle sınavda başarılı olan ve uzmanlık eğitimine başlayacak hekimler, başta cerrahi branşlar olmak üzere iş yoğunluğu ve hayat kurtarma potansiyeli yüksek bölümlerden uzaklaşarak, daha az riskli ve/veya hasta muhatabiyeti olmayan bölümlere yöneliyorlar. Bunun neticesinde başta cerrahi bölümler olmak üzere, riskli branşların kadroları boş kalırken, hekimler diğer bölümlere sınav dereceleri ile talip oluyorlar.

        Örneğin 2015 yılındaki TUS’ta, ilk 100’e giren hekimlerden sadece 1’i Beyin Cerrahisi bölümünü tercih etmiş. Pek çok meslektaşı bu kişiyi “idealist” bulduklarını ifade ediyor.

        Tıpta Uzmanlık Sınavı’nda en yüksek puan alan hekimin tercihi Radyoloji.

        İlk 100'e giren 23 hekimin tercihi de Cildiye.

        Yine ilk 100'e giren hekimlerin hiç tercih etmediği alanlar ise; Kadın Doğum, Genel Cerrahi, Kalp-Damar Cerrahi, Çocuk Cerrahisi, Göğüs Cerrahisi. Düşük puanla cerrahi bölümleri tercih edip başlayanların da büyük bir kısmı eğitimini tamamlamadan, bölümlerini bırakarak başka branşlara girmek üzere tekrar sınava hazırlanmaya çalışıyor.

        Peki neden bu durumdayız?

        Hekim arkadaşların ifadelerine göre; “sağlıktaki performans sistemi ve ücret politikaları, ağır çalışma şartları, hekimlerin maruz kaldığı itibarsızlaştırma politikası, şiddet olayları ve malpraktis (bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeni ile bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulanması) korkuları hekimleri daha risksiz, daha hayati olmayan ve daha az eforla çalışabilecekleri bölümlere itiyor.” TUS’da dereceye girenler Cildiye, Fizik Tedavi, Radyoloji, Biyokimya gibi hasta muhatabiyeti düşük, çok daha az hayati risk içeren, acil servis ve icap gereksinimleri az olan, nispeten daha rahat bölümleri tercih ediyorlar.

        Özellikli ve büyük cerrahi bölüm olarak nitelendirilen Kalp ve Damar Cerrahisi, Beyin Cerrahisi, Göğüs Cerrahisi gibi bölümler başta olmak üzere sair zor ve riskli bölümler ise ya hiç tercih edilmiyor ya da sınav başarı puanı son derece düşük olan adaylarca son seçenek olarak değerlendiriliyor.

        Tabi ki bu durumun birçok nedeni olmakla birlikte, hekimlere göre temel sebep; “Verilen hizmet ve gayretin neticesinin maddi ve manevi olarak alınamaması. Mevcut ücret politikası ile bir cildiye uzmanı sadece poliklinik hizmeti ve birtakım minör uygulamalar yaparak, açık kalp ameliyatı yapan veya mevcut hizmet bölgesinde teknik imkânsızlıkları nedeni ile operasyon yapamayıp poliklinik hizmeti veren bir kalp cerrahından daha fazla ücret alıyor.”

        Bu politika ve sürecin sonucunda ülkemizde yetişen riskli birim doktoru (cerrah, anestezist, çocuk doktoru, iç hastalıkları doktoru vb) sayısında giderek azalma; yetişmiş olanlarda ise yorgunluk ve mesleki bezginlik kat sayısında artış gözlemleniyor.

        Anlatılanlara göre, şu sıralar uzmanlığını tamamlamış ancak mevcut sıkıntılardan dolayı tekrar TUS’a girip, ikinci uzmanlığını temel tıp bilimlerinde yaparak sahadan uzaklaşma isteğinde olan doktorlar grubu oluşmaya başlamış.

        Hekim arkadaşlar, durumun düzeltilmemesi halinde ülkemizde ilerleyen dönemlerde kalifiye cerrah ve riskli birim doktoru bulmakta zorlanılır hale gelineceğini düşünüyor.

        “Ne yapmalı?” sorusunu yönelttiğimizde;

        Tüm meslek mensupları gibi hekimler de kutsal bir vazife ifa ediyor olmakla birlikte, işlerini geçimlerini temin etmek için yapıyorlar. Bu bağlamda öncelikle “Mevcut performans sisteminde düzenlemeler yapılarak, ücret politikası gözden geçirilmeli” diyorlar. Başta büyük cerrahi branşlar olmak üzere tüm riskli birimler maddi açıdan daha cazip hale getirilebilir. Ayrıca ağır çalışma şartları da gözden geçirilerek, bu branşlardaki hekimlerin çalışma saatlerinde düzenlemeler yapılabilir. Hekimlerimiz; “uzun ve yorucu gece nöbetleri sonrası, insanüstü bir performansla nöbet sabahı uzun ve riskli operasyonlara girebildiklerini” ifade ediyor. Bu durum hem çalışan hem de hasta sağlığı açısından son derece tehlikeli sonuçlar doğurabiliyor.

        Hekim arkadaşların anlattıkları, geleceğe dair endişelerimizi artırıyor. Haklı sebep ve talepleri var. Dolayısıyla işin Sağlık Bakanlığımızı ilgilendiren bir tarafı olduğu kesin. Umuyoruz bu sorunların çözümüne ilişkin yeni bir vizyon ortaya konulabilir.

        Ancak işin bir de diğer tarafı var.

        Zamanın bir çürümüşlüğü beraberinde getirdiğini pek çok alanda gözlemliyoruz. Belki hekimlerimizin rahatsızlık duydukları sorunların çözümüne yönelik planlamalar yapılacaktır. İnanıyoruz ki, hekimlerimiz de alan tercihlerini yaparken; hekimlik neden “kutsal” bir meslektir? Sorusunun cevabını yeniden düşünecek, Beyin Cerrahisini tercih eden “idealist” meslektaşlarının hikâyesine daha fazla odaklanacaktır.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar