Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Pandemi süreci olmasaydı, ABD’de 3 Nisan’da gösterime girecek filmlerden biriydi ‘The Lovebirds’… Yapımcılarının, sinema salonlarının açılmasını beklemek yerine tüm haklarını Netflix’e sattığı ‘The Lovebirds’, 22 Mayıs’tan bu yana internet üzerinden seyredilebilen bir film.

        Başroldeki iki oyuncunun son dönemin öne çıkan komedyenleri arasında olması, filmle ilgili beklentileri yükselten faktörlerden biri hiç kuşkusuz...

        İlk çıkışını YouTube’daki ‘Awkward Black Girl’ videolarıyla yapan Issa Rae, son dönemde ‘Insecure’ adlı TV dizisiyle akla gelen bir oyuncu… Pakistan kökenli Kumail Nanjiani ise ‘Saturday Night Live’ ile başladığı kariyerinde, içlerinde ‘Silikon Vadisi’nin de yer aldığı dizi ve filmlerle tanınıyor. Senaryosunu eşi Emily V. Gordon’la yazdığı, başrollerini Zoe Kazan’la paylaştığı ‘Big Sick’ (2017), benim için son yılların ilgiye değer romantik komedilerinden biridir…

        ‘The Lovebirds’ ile ‘Big Sick’in yönetmen olarak Michael Showalter’ın imzasını taşıması kuşkusuz önemli bir veri... Ne var ki, her iki filmin Kumail Nanjiani’nin varlığı dışında ortak bir noktası olduğunu söylemek zor. Hatta ‘The Lovebirds’ün, ‘Big Sick’in ardından tam bir hayal kırıklığı olduğu dahi söylenebilir.

        Aslına bakarsanız, umut verici bir açılış sahnesi var. Fragmanını seyretmeseniz, Woody Allen tarzı, New Orleans’ta geçen yavaş tempolu bir romantik komedinin başladığını düşünebilirsiniz. Ama fragmanında verdiği vaatleri yerine getiren, hareketli bir suç komedisi bekliyor sizi…

        Öte yandan, romantik komedi dokusu alttan alta sürüyor. Leilani (Issa Rae) ve Jibran (Kumail Nanjiani), ilişkilerini bitirmeye karar verdikleri anda, tanık oldukları cinayet nedeniyle gece boyunca birlikte hareket etmek zorunda kalıyor; polisten kaçarak katili bulmaya çalışıyorlar. Tabi, bütün bu macera sırasında, resmen bitirdikleri ilişkilerini içten içe sorguladıklarını da görüyoruz.

        Bir çiftin ayrılma kararı aldığı anda kader birliği yapmak zorunda kalması, kuşkusuz parlak fikir; ama iyi işlendiğini söylemek güç. ‘The Lovebirds’ün en önemli sorunu, iki karakterin sahici bir şekilde ilerleyen duygusal çatışması ile ayakları yere basmayan çılgın bir suç komedisini birleştirmeye çalışması…

        Hikâyenin romantik komedi kısmı, bir şekilde çalışıyor. Leilani ve Jibran, daha ilk sahnedeki duygusal halleri ve ikinci sahnedeki kavgalarıyla hayatın içinden gelen inandırıcı karakterler… İlişkilerinde yaşadıkları sorunlar, içine düştükleri çelişkiler, her çiftin başına gelecek türden… Kıskançlık, özgüven sorunları vb… Issa Rae ve Kumail Nanjiani de karakterlere inandırıcı yorumlar getirmekte iyiler. Gerçi film boyunca pek susmadan sürekli konuşmalarını, yönetmen Michael Showalter’ın da tüm bu diyalogları genellikle açı – karşı açı tekniğiyle çekmesini, yorucu ve tekdüze bulduğumu söyleyebilirim. Ama yine de çiftin duygusal hikâyesi, bir şekilde inandırıcılığını koruyor.

        Buna karşılık, Leilani ve Jibran’ın suç entrikasına dahil olma süreci açıkçası pek inandırıcı gelişmiyor… Masum insanların bir anda belaya bulaşmaları ve kendilerini aklamak için entrikaya dahil olmak zorunda kalmaları, sıkça karşımıza gelen bir öykü formatıdır. Ama niyetiniz sulu zırtlak bir komedi yapmak değilse eğer, inanmakta zorlanmayacağımız makul bir çerçeve kurmanız gerekir.

        REKLAM

        Leilani ve Jibran’ın tanık oldukları olaydan sonra, suçsuz oldukları halde paniğe kapılıp kaçmalarına ikna olmakta zaten zorlanıyoruz. Bu yetmiyormuş gibi, ‘korku ve panik durumu’ndan hızla sıyrılıp deli cesaretiyle katili bulmaya çalışmaları, öyküyü çok hafif bir komedi haline getiriyor.

        Öykünün iddiasızlığının, sığlığının fazla gecikmeden ortaya çıkmasının iyi yanı, filmin geri kalanıyla ilgili beklentilerinizi sıfırlamanız ve ‘The Lovebirds’ü sadece güldürmeye, eğlendirmeye çalışan bir komedi gözüyle izlemeniz... Leilani ve Jibran’ın dahil olduğu suç öyküsünün iler tutar yeri yok sonuçta. Maksat komedi olsun diye yazılmış bir senaryo var ortada.

        Tam da burada, komedinin kişiden kişiye değişen sübjektif bir tür olduğunu söylemek gerek… Abuk sabuk komedi filmleri de insanı çok güldürebilir. Hatta bazen sadece öyle filmler seyretmek isteyebilirsiniz. Ama hikâye kalitesi çok düşük bile olsa mizah duygusuyla sizi yakalaması gerekir, aksi halde hiçbir şey ifade etmez… Kendi adıma konuşursam, ‘The Lovebirds’e ancak sonlara doğru ısınmaya başladığımı söyleyebilirim.

        Sözgelimi, pencereden girdikleri evde, ‘zorbaca konuşan kötü karakter’ olmaya özendikleri ve bunun tadını çıkarmaya çalıştıkları sahne eğlenceliydi. Telefon şifresi çözdürmek ve şık giysiler bulmak amacıyla gittikleri arkadaş toplantısında isteklerini inandırıcı, davranışlarını tutarlı kılmak için uydurdukları yalanlar ise benim için filmin en komik sahnesiydi. Oradan sonra, film benim için daha eğlenceli hale geldi… Filmdeki suç hikâyesinin bir sahnede Stanley Kubrick’in ‘Eyes Wide Shut’ filminin parodisine dönüşmesi ve polis sorgusundaki suçluluk duygusu da yine hemen aklıma gelen sahneler.

        Filmin bir başka hoş yanı, New Orleans’ı bir dekor olarak kullanmaktaki başarısı galiba… Sonuçta, şık, eğlenceli ve iyi çekilmiş bir film… Ama sadece hafif bir komedi seyretmek isteyenlere önerebilirim.

        5/10

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar