Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sinema endüstrisi Covit-19 salgınına çok hazırlıksız yakalandı. Aralık ayında Çin’den ilk haberler geldiğinde, herhalde kimse olayların buraya geleceğini tahmin etmezdi… Gerçi ‘Contagion’, virüslerin küresel dünyadaki yayılım hızı konusunda yıllar öncesinden hepimizi uyarmıştı ama yine de birkaç ay öncesine kadar sinema salonlarının kapanacağını öngören çok kişi yoktu herhalde…

        Yıllar önce 30 yaş üstü çalışan kesimin, günde ortalama 1 saatliğine ekran başına geçtiğine dair bir araştırma okuduğumu hatırlıyorum. Herkesin evde olduğu şu günlerde, o sürenin arttığı kesin. Gerçi bugünlerde ‘o süre’ daha çok salgın haberlerinin başında geçse de dizi ve film seyredenlerin sayısı az değil.

        Kimileri yıllardır seyretmek istediği ama bir türlü fırsat bulamadığı dizilerin başına geçiyor. Kimileri de yeni ve popüler olan dizileri tercih ediyor…

        Netflix kütüphanesine 26 Şubat’ta dahil olan ‘I Am Not Okay with This’, ‘yeni nesil gençlik dizileri’nden biri… Ergenlik çağı, cinselliğin keşfi, ilk aşk, kimlik ve büyüme sorunları etrafında döndüğü söylenebilir. ‘Sex Education’ ve ‘The End of the F***ing World’ gibi dizileri hatırlatan bir yanı var. Onlardan en önemli farkı ise ana karakterin doğaüstü güçleri… Tam da bu noktada, Stephen King’in romanından uyarlanan, Brian De Palma’nın yönettiği 1976 yapımı ‘Carrie’yi hatırlamamak imkânsız.

        Kaldı ki, ‘I Am Not Okay with This’in ilk sahnesi, hem merak duygusunu artırıyor hem de ‘Carrie’ filmine açık bir gönderme niteliği taşıyor. Dizi, Sydney Novak’ı (Sophia Lillis) üstü başı kanlar içinde, sokakta tek başına yürürken gördüğümüz bir sahneyle açılıyor. Ve sonra, 30 dakikayı aşmayan 7 bölüm boyunca, Sydney’i o geceye taşıyan olaylar dizisi geliyor karşımıza. Açıkçası, doğaüstü güçlerin otaya çıkışı dışında ‘Carrie’ ile olan benzerlikler sınırlı…

        ‘Carrie’ her şeyden önce gerilim ve korku filmidir. ‘I Am Not Okay with This’ ise kara komedi tadında bir dram… Kendini yalnız hisseden, mutsuz bir genç kızın öyküsünü seyrediyoruz.

        Sydney, babasının intiharının ardından yaşadığı travmayı atlatamamış bir lise öğrencisi… Garsonluk yapan annesi (Kathleen Rose Perkins), evi geçindirme derdinde. Sydney, annesinden yeterince ilgi görememekten şikâyetçi. Babasının ilgisini özlüyor. Annesi ise küçük kardeşi Liam (Aidan Wojtak-Hissong) daha çok ilgilenmesini ve bir an önce büyüyüp sorumluluk almasını istiyor.

        Sydney’yi ayakta tutan, Dina (Sofia Bryant) ile olan arkadaşlığı… Dina ile birlikte olduğunda ondan mutlusu yok. Ama Dina, sevgilisi Brad’e (Richard Ellis) daha çok vakit ayırdıkça Sydney’in mutsuzluğu, huysuzluğu artıyor. Okul arkadaşı Stanley Barber (Wyatt Oleff) tam da bu zor dönemde giriyor hayatına.

        Hep uzaklarda olan kamyon şoförü babasıyla yaşayan Stanley, müzik zevki, kendine özgü giysileri, hali tavrı ve özgüveniyle farklı olmaktan korkmayan bir genç… Babayla oğul arasındaki kontrast da çarpıcı bu arada…

        Stanley’in hoyratlıklarla dolu dünyada ayakta durmaya çalışan, kırılgan bir ergen olduğunu hissediyoruz. Ama sevmesini bildiği ve yaşına göre olgun biri olduğu kesin… Sydney ise ne yazık ki olgunluktan uzak, kafası karışık bir karakter… Dina’ya olan ilgisinin kıskançlık duygusuna evrilmesini de engelleyemiyor. Doğaüstü güçleriyle de bu süreçte karşılaşıyor. Asıl önemlisi, güçlerini kontrol edemiyor ve nasıl kullanacağını bilmiyor.

        Hiç kuşkusuz, ergenlikle güçleri arasında bir bağ var… Sözgelimi, ergenlik de kontrol edemediği bir süreç… Bedeni değişiyor, bacağında sivilceler çıkıyor, hormonlarını denetim altına alamıyor. Dahası, içgüdülerine hâkim olamıyor.

        Güçleri için de aynısı söz konusu. Bazen istemsiz anlarda güçleri devreye girerken bazen çok uğraşmasına rağmen hiçbir şey yapamıyor. Ergenlikle birlikte öfkenin arttığını da unutmamak gerek. Öfkesiyle güçleri arasında bir bağ olduğunu hissetmek mümkün. Her şey bir yana, ergenlik de özü itibarıyla doğaüstü bir güç gibi değil midir?Fiziksel ve ruhsal olarak değiştiğini, dönüştüğünü hissedersin.

        İkinci sezonunu sever miyim, emin değilim. Ama ilk sezon itibarıyla doğaüstü güçlerin ergenlik metaforu olarak iyi kullanıldığı kesin. Ergenlik, Sydney’in kontrol edemediği bir dönüşüm süreci olarak geliyor karşımıza…

        Dizileri biraz da karakterleri için seyrederiz. Sık sık iç sesini duyduğumuz Sydney, kırılgan ergenliği ve marazi yanlarıyla dizinin omurgasını ayakta tutan bir karakter. ‘Sharp Objects’ ve ‘O’dan (It) hatırladığım, ilk bakışta Ellen Page’i hatırlatan Sophie Lillis, Sydney’de bence harika bir iş çıkarıyor. Wyatt Olef de Stanley Barber’da gayet iyi… Ama o ikisi dışında, ilk sezon itibarıyla ilgiye değer bir karakterden söz etmek mümkün değil. Dizinin en zayıf yanı da bu…

        REKLAM

        ‘The End of the F***ing World’un 5 bölümünü yöneten Jonathan Entwistle, burada 7 bölümün yönetmeni olarak çıkıyor karşımıza. Diziyi Charles Forsman’ın resimli romanından dizi formatına uyarlayan da o zaten… Ama yanında Christy Hall olmasa, herhalde o kadar inandırıcı bir genç kız karakteri yazamazdı.

        ‘I Am Not Okay with This’, doğaüstü güçlerle bir büyüme öyküsünü lise ortamında ele alan ilk dizi değil hiç kuşkusuz… Çocukluktan gençliğe geçişin ilk adımlarından olan lise, her zaman sinemacıların ilgi odağı olagelmiştir. ‘I Am Not Okay with This’, bu alt türün belki en iyilerinden biri değil ama eğlenceli ve hoş olduğu kesin.

        Bugünlerde eve kapanmış olan ergenler sever mi bilmiyorum ama yaşını almış bütün yetişkinlere kendi ergenliğini ve o yıllarda yaşadığı değişimi hatırlatabilir.

        6.5/10

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar