Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Emin Alper ilk iki filmi “Tepenin Ardı” ve “Abluka”da erkekler dünyasında geçen hikâyeler anlatmıştı. İkisi de alt metinleri itibarıyla politik filmlerdi...

        İlki, bir erkekler grubu özelinde “düşman yaratma psikolojisi”nin derinlerine iniyordu. İkincisi, iki erkek kardeş üzerinden toplumsal çatışma ortamını ve “görünmez iktidar”ın bireyler üzerindeki baskısına odaklanıyordu.

        “Kız Kardeşler” ise erkekler dünyasında sıkışıp kalmış üç kız kardeşin hikâyesini anlatıyor.

        Emin Alper, ilk filminde bir “yayla evi ve yakın çevresi”, ikinci filminde “kenar mahalle”, üçüncüsünde ise “köy”le sınırlıyor mekânlarını...

        Köy sınırlı bir alan ama meseleyi memleket ölçeğine taşımasına engel değil. Tam aksine, önceki filmlerinde olduğu gibi sınırlı alanın verdiği avantajlar üzerinden memleket meselelerini daha somut ve görünür kılmayı başarıyor.

        Öte yandan, zaman ve mekânı belirsizleştiriyor. Çekimler Artvin'in bir köyünde yapılmış ama “Kız Kardeşler”in tam olarak hangi yılda, hangi ilin hangi köyünde geçtiği belli değil. Karakterlerin konuşma ağızlarında bir tutarlılıktan söz etmek ve bölgeyi tahmin etmek zor. Araç plakaları bile aldatıcı... Sonuçta, Orta ve Doğu Anadolu yan yana gelmiş gibi. Emin Alper, uzaklarda bir köy hissi vermek istiyor belli ki... Böylelikle sınırlı küçük bir alandan, memleket ölçeğini kapsayan bir hikâyeye varmayı hedefliyor.

        Önceki filmleriyle karşılaştırdığımızda, “Kız Kardeşler”in politik yanı daha silik duruyor. Ama sınıfsal ilişkilere yoğunlaşması, kadınların çıkışsızlıklarını göstermesi açısından dolaylı açıdan politik olduğu kesin...

        Çıkışsızlık ya da çıkış arayışı, “Kız Kardeşler”in anahtar kelimeleri...

        Kaldı ki, bütün film, dağlar arasında sıkışıp kalmış bir köyde geçiyor. Kar nedeniyle yolların kapandığı bir mevsimde geçen final sahnesi, direkt olarak kısır döngüyü ve çıkışsızlığı getiriyor akla. Açılış sahnesinde, otomobilin ön camındaki o boğucu, “her yer dağ taş” dedirten görüntüleri unutmayalım. Otomobilin dar dağ yolunda ilerleyişini gösteren genel çekimler de aynı hissi veriyor. Görüntü yönetmeni Emre Erkmen'in koyu renkleri tercih eden, karanlıktan kaçınmayan görüntüleri köyün güzelliğinden çok yaşamın çetinliğine, zorluğuna vurgu yapıyor.

        Film boyunca üç kız kardeşin arzusu hep aynı... Köyden kasabaya ya da şehregitmek, orada başka bir hayatın parçası olmak...

        Anneleri erken yaşta kaybetmiş hayatını... Babaları (Müfit Kayacan), yaşları geldiğinde üçünü de kasabadaki ailelerin yanına “besleme” olarak vermiş... Uzun vadeli amacı, kızların gittikleri yerde evlenip çoluk çocuğa karışmasıymış. Ama “proje” ne yazık ki bir türlü yürümemiş...

        Filmin açılış sahnesinde en küçükleri Havva'nın (Helin Kandemir) dönüşünü görüyoruz eve... En büyükleri Reyhan (Cemre Ebuzziya) zaten evde... Besleme olarak gittiği yerden yaklaşık bir yıl önce dönmüş. Bebeği ve eşiyle köyde yaşıyor; Ankara'ya teyzesinin yanına gitme hayalleri kuruyor... Sonra ortanca kız Nurhan (Ece Yüksel) geliyor. Besleme olarak kaldığı evde, ailenin sabrını taşırdığı için...

        Nurhan'ın geldiği Doktor Necati Bey'in (Kubilay Tunçer) evi, üç kız için de önemli... Önce Reyhan gitmiş oraya besleme olarak. Sonra Nurhan... Sırada küçük kız Havva var. Daha doğrusu, babanın planı bu... Sonuçta, Nurhan'ın evden kovulmasıyla doğan boşluk, üçü arasındaki gerilimin fitilini ateşliyor.

        Ama filmin sadece bu gerilim üzerinden ilerlediğini söylemek mümkün değil. Öyle olsa, Anadolu köyünde geçen bir Ingmar Bergman filmine dönüşebilirdi her şey. Ne var ki, Emin Alper'in hikâyesinde üç kız kardeş arasında, tartışma ve kıskançlık kadar dayanışma ve sevgi de var.

        Emin Alper'in dikkatimizi çalıştığı yer insan ruhunun karanlığından ziyade çözümsüzlük ve çözümsüzlüğün toplumsal nedenleri... Psikoloji kadar sınıfsallığa da odaklanıyor.

        Filmdeki erkek karakterler, baskıcı ya da zalim değiller. Hepsinin ortak özelliği, zayıf ve çaresiz olmaları... Kişiliksizlikleri ve zayıflıklarıyla kız kardeşlerin sorunlarını daha da içinden çıkılmaz hale getiriyorlar... Emin Alper'in klasik anlamda kötü erkek karakter yazmamış olması, bence filmin sağlam yanlarından biri... Anakım sinemamız ve televizyon dizilerimizdeki “aşırı kötü, zalim ve baskıcı erkekler”, “iyi kalpli ve kahraman erkekleri” yüceltmekten başka bir işe yaramazlar aslında... Kadınlar da onların yanında zayıf ve güçsüz karakterlere dönüşürler. “Kız Kardeşler”deki erkekler ise memleket gerçeklerine daha çok uyuyorlar: Güçlü görünmeye çalışan zayıf karakterler...

        Babanın, Doktor Necati Bey ve Veysel'in iyi olmak için gösterdiği çabaların özünde hiçbir işe yaramıyor olması, bana daha anlamlı ve gerçekçi geliyor... Mesela, Doktor Necati Bey, vicdanının sesini dinlemeye çalışan merhametli bir karakter olmaya gayret ediyor ama bir noktada iyi adam olma isteği hiçbir işe yaramıyor. Sorun daha derinde çünkü... Sistemin devamlılığını sınıf farkları belirliyor ve sınıfsal imtiyazlarından vazgeçmesinin mümkün olmadığını iyi biliyoruz.

        Emin Alper, kadınlar arasındaki rekabet ve dayanışma arasında gidip gelen çelişkilerin altını çizerken feminist perspektiften değil sınıfsal açıdan bakıyor meseleye...

        Terk edilmiş ve her an çökebilecek maden tünellerinde üç beş kilo kömür çıkarıp satmaya çalışan iki köylüyü unutmamak gerekiyor. Başka yapacak hiçbir işleri yok. O halleriyle, filmdeki sınıfsal çaresizlik ve çıkışsızlık imgelerine önemli bir katkıda bulunuyorlar...

        “Kız Kardeşler”, duygu sömürüsünden özenle uzak duran bir film. Ama çaresizlik hissi bazen çok boğucu. Özellikle finalde üç kızın da “dışarıdan” gelecek bir çözüme muhtaç olmaları... Reyhan'ın Nurhan'ı sırtlayıp yola koyulacağı bir final, 1970'lerin Üçüncü Dünya filmlerini akla getirebilirdi ve bence demode kaçardı... Emin Alper ise çaresizliğe karşı umudu ve mizahı tercih etmiş...

        Mizah, zaten tüm film boyunca çaresizlikten gelen acıyı dengeliyor... Mesela “yayık yayan” iki kız kardeşin cinsellik muhabbeti ya da Necati Bey'le yarım akıllı Veysel'in (Kayhan Açıkgöz) yüzümüzde bir gülümsemeyle izlediğimiz gergin anları... Köyün delisi taklacı kadını (Başak Kıvılcım Ertanoğlu) unutmayalım.

        Önceki iki Emin Alper filminin sevdiğim yanı, hikâye anlatımıyla politik düşünceleri birleştirebilmesiydi... Bu kez ilk ikisinde olduğu gibi beni alıp götüren bir hikâye örgüsü bulamadım... Hikâye akışından ziyade karakterleri, durumları ve fikirleri öne çıkarmış...

        Ama karakterler, hikâyedeki yeknesaklığı unutturacak kadar etkileyici...

        Oyuncular da ellerine gelen fırsatı kaçırmamışlar. Bütün kadronun tek tek çok iyi olduğunu düşünüyorum...

        Zeki Demirkubuz'un “Bulantı”sına damgasını vuran Cemre Ebuzziya, başrol sayılabilecek Reyhan karakterinde akılda kalıcı bir portre çiziyor. Karakterin duygusal karmaşasını, ablalık-annelik ve genç kızlık arasında gidip gelen ruh hallerini ince bir mizah duygusuyla yorumluyor....

        Ortanca kız Nurhan'da Ece Yüksel'in performansını çok beğendim... Yüksel, Nurhan'ın çözümü zor psikolojik sorunlarının altını çizmeyi başararak karaktere derinlik getiriyor. Reyhan ve Havva'nın bir şekilde hayatlarını kurtarabileceğini hissediyoruz ama sinirlerine hâkim olamayan, yol yordam bilmeyen isyankâr Nurhan'ı çok daha ağır bir hayatın beklediğini anlıyoruz.

        Kubilay Tunçer'in Doktor Necati Bey'e getirdiği yorum, gösterişsiz ve doğal bir oyunculukla bir karakterin ruh hallerinin incelikle anlatılabileceğinin açık kanıtı... Havva'da Helin Kandemir, babada Müfit Kayacan ve muhtarda Hilmi Özçelik'i unutmayalım. Üçü de iyiler. Filmin parlayan genç oyuncusu ise hiç kuşkusuz Veysel'de Kayhan Açıkgöz...

        Çiçek Kahraman'ın kurgusunu, İsmail Durmaz imzalı yapım tasarımını ve Emre Erkmen'in görüntülerini beğendim. Dağ, köy ve yol manzaraları akılda kalıcıydı. Ama kız kardeşlerin yaşadığı köy evi biraz fazla ferah ve geniş geldi bana. Çok kısa bir sahnenin geçtiği köy kahvesi ise filmin belki de en gerçekçi ve etkileyici iç mekânıydı.

        Finaldeki Azeri türküsünü bir yana bırakırsak “Kız Kardeşler” öyle pek duygusal bir film değil ama seyirciyi yakalayabilecek bir sıcaklık taşıdığı öne sürülebilir.

        Her şey bir yana, Türk sinemasında köy filmi dendiğinde bundan böyle, “Kız Kardeşler”i göz ardı etmek galiba pek mümkün olmayacak...

        7/10

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar