Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Her şey 20 yıl önce beş anne babayı çocuklarının yanında öldürüp yüzlerini kesen seri katilin 20 yıl sonra tekrar ortaya çıkmasıyla başlar. Cinayetlerin işlendiği İstanbul’un Kartal ve Pendik ilçeleri diken üstündedir. Suçlu, yakalanamamış aynı katil midir, yoksa bir kopyacı mı bunu öğrenmek başsavcı Erkan Kurt ve ekibe yeni katılan genç savcı Ethem’in işidir. Onların en büyük yardımcısı ise Ekin adlı öğretim görevlisi profil uzmanı olur.

        Hikâye Savaş adlı “Ebeveyn Katili”nin yakalanmasından, söz konusu ekibin sır dolu geçmişine de odaklanır yavaş yavaş. Ve biz sadece bir katili aramakla meşgul olmayız, bu hayatları da çözmeye çalışırız.

        “Hatırla!” genç yazarımız Su Tunç’un yayımlanmış ikinci romanı. Daha önünde epey yol var ama kurguya bakarsak ileride olacak gibi görünüyor. Ona kitabını ve yazarlık macerasını bir sorayım istedim…

        Unuttuğu geçmişini arayan bir savcı, yeniden peydahlanan bir seri katille karşı karşıya… Tabii bir sürü gizli ilişki, ortaya çıkan sır var… Buna aynı zamanda “doğruyu arayan” bir roman diyebilir miyiz?

        Hayır. Salt gerçek var. İlerisi için konuşmayayım, henüz yazarlık hayatımın çok başındayım ancak güzel, güçlü bir kurgu yaratmak, yaşayan karakterler ortaya koymak ve akıcı bir dille yazmak benim için en az hikâyenin özü kadar önemli. Doğru ve yanlış diye bir şeyin gerçekte var olmadığını düşündüğümden, okura bu konuda herhangi bir yönlendirme yapmayı doğru bulmuyorum. Onlara bir kurgu sunuyorum ve onlar da kendilerine yeni yollar çiziyorlar.

        Suçlu, Ebeveyn Katili… Yoksa hiç gündemden düşmeyen aile işe şiddet ve istismara farklı bir ceza mı vermek istediniz kendinize göre?

        Öyle bir düşüncem yoktu. Aile içi şiddet ve istismarı en çarpıcı şekilde gözler önüne sermek istediğim doğru, ancak bunu gizli bir mesaj olarak vermektense, kitabın her anına yedirmek istedim. Geçtiğimiz günlerde 8 yaşındayken inanılmaz işkencelerle öldürülen Gabriel Fernandez ile ilgili bir belgesel izledim. Oradan yola çıkarak aklımda birkaç kurgu oluştu. Tamamı korkutucu gerçekleri yüzümüze vuran bir kurgu kaleme alabilirim ileride. Yine de vermek istediğim mesaj açık olur. İliklerinize kadar hissedersiniz. Tabii, yeterince maharetliysem!

        HATIRLA! (Su Tunç / Doğan)
        HATIRLA! (Su Tunç / Doğan)

        “AİLE HEM ÖDÜL HEM CEZA”

        Anne-baba bir ödül olduğu kadar, bir ceza da olabilir mi? Katilin kurbanların yüzünü parçalaması, buna işaret mi?

        Siz böyle sorunca, aklıma lise 2’de edebiyat öğretmenimin “Şair burada şunu demek istemiş” dediği anlar geldi. Yok, ona işaret değil. Biraz detaya girmiş olacağım ancak nedenini katil, kendi ağzıyla söylüyor. Gerçekleri olduğu gibi vurgulama taraftarı olduğumdan, eğer bir alt metin varsa bile bunu okuyucunun yüzüne vurarak vermek istedim. Anne babalar da insan ve benim misantropik bakış açıma göre onların da özünde kötülük var. Bunu ne kadar ortaya çıkarttıkları ise fizyolojik ve çevresel etmenlere göre değişiyor. Kısacası, evet; onlar bizim hem ödülümüz hem cezamız.

        Ethem ve Kaya arasındaki diyalog… Siz geçmişinize dönüp baktığınızda, hiçbir şeyi hatırlamamayı mı, hiçbir şeyi unutmamayı mı tercih ederdiniz?

        Hiçbir şeyi hatırlamasam, muhtemelen bunama ile savaşıyor olurdum. Başıma gelen her şeyi hatırlarsam eğer, muhtemelen obsesif kompulsif bozukluktan muzdaripimdir. Sakal ve bıyık olayı anlayacağınız. Yine de geçmişi hatırlamamak belki bizi bir nebze daha özgür kılar diye düşünüyorum.

        “AMAN BAŞIMIZA GELMESİN”

        Ekin’in buradaki, fonksiyonu sadece basit bir profiler’lık olmasa gerek. Batı gibi bizde de sık kullanılıyorlar uzunca bir süredir. Sizin romandaki karakterlerle ilgili gözlem yapacak bir tecrübeniz oldu mu?

        Ekin, kitabın başından sonuna kilit isim. O olmasa, kitap olmaz. Anlatacak bir hikâye kalmaz. Kitap süresince savcılarla, adli tıp uzmanlarıyla görüştüm. Ceza avukatı arkadaşıma danıştım birçok şeyi. Seri katilleri gözlemlemedim tabii. Öyle bir fırsatım olsa değerlendirmek isterdim.

        Literatüre göre hiç gerçek anlamda bir seri katilimiz olmadı ama polisiyecilerimiz sayısız seri katil hikâyesi anlattı bize. Sebebi ne sizce? Niye yok diye üzgün müyüz?

        Vallahi ben değilim. Kafamdan hikâyeler yazabiliyorum. Bu şeye benziyor, acıklı şiirler yazabilmek için bilerek sevgiliden ayrılmaya. Tabii binlerce kat daha kötüsü! Plan, program gerektirdiği, kendi örgüsüne sahip olduğu için seri katiller ilgi çeker, hayal gücünü dürtükler. En azından bende o şekilde… Yoksa başımıza gelmesin, aman diyeyim.

        Cinayetlere merakınız var mı?

        Yok. Cinayetleri işlemeye neden olan motivasyonları öğrenmeye var.

        Su Tunç
        Su Tunç

        “RET ÜZERİNE RET YEDİM”

        Bir aşk romanından sonra polisiyeye yönlendiren ne oldu?

        Bu sorunun cevabı çok uzun. Çünkü uzun bir yoldan geldim buralara. Umarım önümde çok daha uzun bir yol vardır… İlk yazdığım romanın aşkla uzaktan yakından alâkası yoktu. İçinde bir aşk hikâyesi olan tek romanım Kore’de Aşk Mevsimi diyebilirim hatta. Kitap yazmaya, çılgınlar gibi festival filmleri izlediğim, klasik müzik dinleyerek kendimi havalara soktuğum dönem, lise 2, lise 3 yıllarında başladım. Annemin başı ağrıyor diye daktilo da kullanamıyordum. Deftere elimle yazdım. İki defter dolusu, ağır mı ağır bir roman kaleme aldım. Hem kurgu hiçbir yere varmadığı için hem de bileğim ağrımaya başladığından bıraktım. Üniversitede ise yaklaşık 700 sayfalık, beş karaktere yoğunlaştığım bir kitap yazdım. Klasikleri okuyordum o dönem. Sayfalarca betimlemeler yapmıştım. Her olayda bir varoluşsal problem, bir gönderme, bir sembolizm… Çıfıt çarşısına dönmüştü kitap. Aklınıza gelen tüm yayınevlerine yolladım. Ret cevapları dışında tek geri dönüş bir editörden oldu. O da “Yazmayacaktım ama yazıyorum… Vallahi içim daraldı! Sende yazarlık kumaşı var ancak bu kitabı yarıya indirmen gerek. Gereksiz tüm ayrıntıları atmalısın” demişti. Ben de Brüksel’de yaşadığım, yüksek lisansı parasal nedenlerle bırakmak zorunda kalıp bir Türk restoranında çalışmaya başladığım sıralarda bir novella kaleme aldım. Ret üzerine ret yedim. Bu sefer bir bilimkurgu yazdım. Hâlâ da çok severim o kitabı. 2050’lerde geçen bir gerilim öyküsü… Üç kitaplık olacaktı. Reddedilince kaldı… Kore’de Aşk Mevsimi aslında, tüm bu yolları geçtikten sonra çıktı. Kabul edilince çok şaşırdım. Ama edildi işte! Hatırla!’yı bitirdiğimde ise 25 yaşındaydım. Yani, kendini arayan, kendi sesini yavaş yavaş bulmaya başlamış bir yazar var karşınızda. Şimdi 27’yim ve bir sonraki kitabım bitmek üzere. O da polisiye. Yıllar önce o editörden gelen geri dönüş olmasaydı, bugün sürükleyici bir gerilim romanın nasıl yazıldığını bilemeyecektim. Şu an durduğum noktadan çok memnunum.

        Blogger’lık, youtubber’lık işinden bahseder misiniz biraz. İnsan ne maksatla blogger olur, sırf bir şeyleri paylaşmak için mi? Bir hayli de takipçiniz var. Bu nasıl bir güç?

        Başta diyeyim; “blogger’lık”, “youtuber’lık” hiçbir zaman benim için bir iş olmadı. Üzerinden tek kuruş kazanmadım. Ben sabah 8:30, akşam 18:30 çalışan bir beyaz yakalıyım. Dijital reklam ajanslarında yıllardır metin yazarlığı ve sosyal medya uzmanlığı yapıyorum. Blog tutma konusu ise farklı başladı; bizden üniversite birinci yılda bir blog oluşturmamız istendi. Temasını biz oluşturacaktık. Ben de o sıralar çılgınlar gibi film festivallerini, bienalleri takip ediyordum, film ve kitap ağırlıklı sanat bloğu olsun dedim. Yıllar sonra da “Şu animeleri izliyorum, izliyorum, bloğa yazayım bari” diyerek dikkat çektim aslında. YouTube işinde ise yalnızca birkaç videom var; onlar da eğlence amaçlı. Blogu takip edenler çok ısrar edince blogda yazdıklarımın bir görsel halini çekeyim dedim. Ancak bu iş için zaman ve istek lazım. Bende ikisi de yoktu. Belki ileride yeniden bir şeyler çekerim. Takipçi konusunda ise 50 bin, 100 bin takipçilere göre oldukça mütevazıyım sanırım.

        “GÜNEY KORE DİZİSİYLE OLDU”

        Manga ve anime tutkusu nereden? Bu romanda bunların izini göremedim ama…

        Çünkü tek bir tutkum yok. Bilindiğim taraf o oldu. Örneğin ilk kitabım, Kore’de Aşk Mevsimi, hiç gitmediğim Seul’de geçiyor ve kitabı okuyan herkes benim oraya gittiğimi ve hatta bir süre yaşadığımı sanıyor. İlgimi çeken şeyleri araştırma, didik didik etme gibi bir huyum var, ondan. Anime ve mangalara yoğunlaştığım sırada bilimkurgu/gerilim serisi tasarladım kafamda ve ilk kitabını yazdım. Güney Kore dizilerini izlerken baktım, kafamda kendim bir hikâye yaratıyorum. Uzadıkça da uzuyor, kitap haline getirdim. Savcı polisiyesi ise yine Güney Kore dizileri sayesinde oldu sayılır. Orada savcı dizileri ünlüdür… Polisiye ise hayatımda hep vardı. Annemin kitap okumadığı bir an bile yoktur ve bu kitaplar genellikle polisiyedir. Şimdi, nefes alacak zaman bulunca toksikoloji, nöroloji, adli tıp gibi kitaplarımı daha iyi yazmama yardımcı olan alanlarda araştırmalar yapıyorum.

        Siz ne okur, seversiniz? Bir sürü suç dizisi çıktı son dönemde. Tavsiye alalım madem…

        Şu sıra, işten arta kalan zamanlarda kitabımı yazıp, onunla ilgili araştırmalar yaptığımdan pek vaktim olmuyor ancak “Kirke”yi bitirmek üzereyim. “Kız Kardeşim Bir Seri Katil” ve “Geber Aşkım” da son zamanlarda okuduğum, içerikten çok anlatım tarzıyla beni etkileyen romanlardan. Üçünü de şiddetle tavsiye ederim. Ayrıca; Güney Kore filmi, gerçek Hwaseong cinayetlerinden ilham alınan Memories of Murder, Güney Kore dizileri Signal, Defendant, MindHunter, Broadchurch, Bron / Broen, Collateral, La Mante, eğer güzel bir komedi dizisi istiyorlarsa da Brooklyn 99 olabilir.

        *

        İKİ TAVSİYE

        Genç Filistinli Midhat Kamal’ın Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu ve Avrupa’da kendini ve dünyayı arayışının hikâyesi, İngiliz kadın yazarın ilk romanı. Epeyi de övgü almış. Geçelim bir başka İngiliz’e, favorim Barnes’a. Genç üniversite öğrencisi ile yaşça hayli büyük iki çocuklu kadının karmaşık aşkını anlatıyor o da. Her zamanki ironileriyle…

        Parizyen (Isabella Hammad / Alfa)
        Parizyen (Isabella Hammad / Alfa)
        Biricik Hikâye (Julian Barnes  / Ayrıntı)
        Biricik Hikâye (Julian Barnes / Ayrıntı)
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar