Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugün kanın gövdeyi götürdüğü Ortadoğu aslında dünya tarihinde her anlamda hayati öneme sahipti (Aslında tam da bu yüzden kan gövdeyi götürüyor, şiddetin bitmediği bir oyun alanına dönüşüyor). Bölge, Ortaçağ’da Avrupalı ve Asyalı tüccarların seyahat edip ticaret yaptıkları bir temas noktasıydı. Her yıl Mali’den Malezya’ya çeşitli ülkelerden gelen hacılar sadece Mekke ve Medine’yi ziyaret etmekle kalmaz, tüm Ortadoğu şehirlerinin pazarlarından mal alırlardı. Kuzey Hindistan ve Orta Asya’dan hareket eden göçebeler, İran üzerinden Anadolu’ya geçmişti. Hindistan, Çin ve Güneydoğu Asya’dan kalkıp mal, insan, mikrop ve çeşitli fikirler taşıyan gemiler, Kızıldeniz ve Basra’daki limanlara ulaşmıştı. Ortaçağ’ın sonundan itibaren Batı Akdeniz’den Çin’e kadar bütün dünya, yoğun bir dolaşım ve yer değiştirme hareketleriyle şekillendi. Ve tüm bu bağları kuran ağlar, Ortadoğu üzerinden örüldü ve önemli çevresel etkiler yarattılar.

        Daha geriye dönelim. 7. ve 8. yüzyılda İslamiyet’in doğuş ve yayılışının sonuçlarından biri yeni mahsul ve tarım teknolojilerinin Avrasya’da dolaşımı oldu. Yeni dinin getirdiği birlik ve ürettiği kültür, ilk defa dünyanın birbirinden uzak bölgelerini ortak bir ekolojik temas noktasında buluşturdu –ki buna İslami Yeşil Devrim dendi. Ortaçağ’da vebanın batıya, Akdeniz havzasına yayılması Ortadoğu üzerinden oldu. Bir başka çevresel etkileşim örneği ise sulama teknolojileri ve su dağıtma sistemlerine ilişkin bilgilerin İslam dünyasından İspanya ve İtalya’ya ulaşmasıydı. 15. ve 16. yüzyılda Doğu Afrika’dan alınan tekniklerin kullanılmasıyla, Yemen topraklarında yetişen kahve kısa zamanda İstanbul, Viyana ve İsfahan’daki fincanlara doldu. Sahra’yı kat eden kervan ağları, hayvanların, tuz ve karabiberin, hastalık ve kölelerin, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Batı Afrika arasındaki düzenli dolaşımını sağladı. Özellikle mısır ve diğer yenidünya ürünleri Osmanlı İmparatorluğu üzerinden Şark’a ulaştı.

         OSMAN’IN AĞACI ALTINDA (Alan Mikhail / Çev: Seda Özdil / İş Kültür)
        OSMAN’IN AĞACI ALTINDA (Alan Mikhail / Çev: Seda Özdil / İş Kültür)

        EKOSİSTEM OLARAK OSMANLI

        Ortadoğu’nun dünyaya etkisinin Osmanlı hakimiyeti zamanında katmerlendiğini söylesek hata yapmış olmayız. Yazarımız Alan Mikhail de bu zihniyette ve coğrafi olarak Ortadoğu ve Yakındoğu, siyasi olarak da Osmanlı üzerinden bir yeniden tarih okuması yapıyor. İşin içine çevre, sağlık, tarım vb. pek çok sosyal faktörü katarak bir Osmanlı ekosistemi olduğunu vurguluyor:

        “Osmanlı İmparatorluğu bir ekosistemdi. 15. yüzyılın sonunda, Osman’ın rüyasını kaleme alan ilk Osmanlı tarihçileri bunu anlamıştı. 21. yüzyılın başlarındaki tarihçiler olarak bizler de bunu anlamaya başladık. Osmanlı İmparatorluğu’nun bir ekosistem olarak incelenmesi, sistemin tüm bileşenlerinin birbirine bağlı ve tabi olduğu kaynaklar, halklar, fikirler, hayvanlar ve mekânlar arasındaki bir dizi ilişkiyi açıklamak üzere Osmanlı’nın tarihsel gerçekliklerini tüm karmaşıklığıyla ele almak anlamına gelir. Çevrenin herhangi bir kısmındaki herhangi bir değişiklik veya bozulma diğerlerini de etkiler. Osmanlı İmparatorluğunun müşterek bir bağlılığa ve belirleyiciliğe dayanan bir ekosistem olarak düşünülmesi, imparatorluğun en küçük ve en büyük aktörlerinin zamansal ve mekansal olarak, karşılıklı alışveriş, idare ve birbirine muhtaç olma anlamında birbirleriyle nasıl ilişkili olduklarını ortaya koyar. Bu kitapta incelediğim Osmanlı Mısır’ındaki sulama örnekleri, bazen imparatorluğun en ücra köşelerindeki çiftçilerin İstanbul’daki sarayla nasıl sürekli bir diyalog halinde olduklarını ve kırsalı daha verimli kılmak için birlikte nasıl çalıştıklarını açıkça gösteriyor. Yani, köylüler imparatorluğu, imparatorluk da köylüleri kullandı. İzlanda’daki bir volkan, kuzey Hindistan’daki fareler, Akdeniz kıyılarındaki kereste depoları, Mısır’ın köylerindeki mandalar, bunların hepsi Osmanlı İmparatorluğunu etkilemiştir.”

        MISIR’IN SUNDUĞU İMKANLAR

        Osmanlı tarihinde doğa ve iktidar arasındaki bağı ciddiye alan bir çalışma hazırladığını söylüyor Mikhail. Halklar ve çevreleri arasındaki birçok ilişkinin nasıl analiz edildiğini göstermek için, çevre tarihinin araçlarını çalışmasına katmış ve Ortadoğu tarihine taze bir bakış açısı sunmuş.

        Bu bakış açısında Mısır’a özel bir önem atfetmiş. Son beş yüzyıla ve Ortadoğu’nun nüfusu en yoğun ve tarih boyunca en fazla kazanç getiren bölgesi Mısır’a odaklanmış. “Osmanlıların 1517’de fethetmesinden sonra Mısır, Osmanlı’nın tüm idari ve iktisadi sisteminin merkezindeki en mühim bölge oldu. Zira imparatorluğun en kârlı bölgesi, en büyük gıda tedarikçisiydi. Mısır, Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda Osmanlı hakimiyeti için hayati öneme sahipti; tıpkı Suriyeli, Venedikli ve Fransız tüccarlar gibi İstanbul’daki Osmanlı bürokratları da Mısır’da büyük ekonomik çıkarlar peşindeydi, 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında imparatorluğun istikrar ve bekasına yönelik en önemli askeri tehditlerin bir kısmı Mısır’dan geldi” diyor.

        Ona göre Mısır, siyasette ekolojinin, ekolojide de siyasetin rolünü anlamak için dört dörtlük bir alan. Nil’e bağımlılığı, zengin tarımsal geçmişi, iki deniz ve iki kıta arasındaki coğrafi konumu, Mısır’ı yönetecek her türlü projenin merkezinde daima doğal kaynakların yer almasını gerektiriyor. Ancak her ne kadar Mısır Nil’in bir armağanı olsa da, Mısırlıların Nil’le ve Nil’in yarattığı çevreyle ilişkilerinin toplumsal, siyasal ve ekonomik tarihinin esasında tümüyle anlaşılamadığını düşünüyor. Kitabın ilerleyen bölümlerinde, Mısır ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki çeşitli etkileşimlere bakıyor.

        OSMAN’IN RÜYASI NE DİYOR?

        Peki, neden Osman’ın Ağacı Altında?

        Çünkü Osmanlı İmparatorluğu bir ağacın altında başladı…

        Geçen bin yılda, Ortadoğu’nun en uzun süreli ve en önemli siyasi iktidarının en çok kabul gören kuruluş mitine göre imparatorluğun kurucusu Osman Bey, Ay’ın göğüs kafesine girdiği, göbek deliğinden bir ağacın filizlendiği bir rüya görür. Filizlenen bu ağacın gölgesi çok geçmeden tüm dünyayı sarar. Gölgesindeki dağların eteklerinden rızık ve hayat veren dereler akar. Kimileri, bu derelerden içer, kimileri bahçelerini sular, kimileri de çeşmeler yapar. Osman rüyasından uyandığında, gördüklerini evinde kaldığı dervişe anlatır, zira Osman’ın rüyasındaki Ay, bu dervişin göğsünden doğmuştur. Bu mübarek adam, Osman’ın güçlü bir devletin hükümdarı olacağını anlar ve kızı Malhun’u bu yükselen liderle evlendirmeye karar verir.

        Osmanlı’nın bu köken anlatısı, imparatorluğun Akdeniz’de en önemli siyasi ve askeri, aktör olarak yerini sağlamlaştırdığı İstanbul’un fethinden, yani Osman’ın gördüğü varsayılan rüyadan neredeyse iki yüzyıl sonra, 15. yüzyılın sonlarında kaleme alındı. Bu rüya, dini ve dünyevi bir güç anlatısı, Osmanlı hanedan soyunun evlilik politikalarının ilk adımları ve bölgesel ihtirasların bir beyanı olmak üzere pek çok farklı şekilde analiz edildi. Ancak yazara göre bu rüyada apaçık ortada olan şey görülmedi: Doğal kaynakların gücü üzerinden ve bu güçle birlikte şekillenen siyasi iktidarın, kelimesi kelimesine ifadesi. Mikhail, olay örgüsünün esas anlatı unsurunun çevre olduğunu; ağaçlar, su, ay enerjisi, dağlar, bahçelerin hepsinin imparatorluğun siyasi gücünün kaynakları olduğunu aktarıyor.

        Osmanlı tarihinde doğa ve iktidar arasındaki bağı inceleyen Yale Üniversitesi öğretim görevlisi Mikhael, Ortadoğu’nun tarihine de yeni bir bakış açısı sunuyor…

        *

        İKİ TAVSİYE

        Hayatı dram İngiliz yazarın aslında kendi geçmişine döndüğü, belli belirsiz hatıralarla anne baba ikilemine yoğunlaştığı romanı… Yıllardır tarım ekonomisi üzerine çalışan Yıldırım ise uygulanan politikaların yarattığı tahribatı, doğru tarım politikasının ne olması gerektiğini aktarıyor.

        Uyku Tanrısının Evi (Anna Kavan / Everest)
        Uyku Tanrısının Evi (Anna Kavan / Everest)
        Üretme Tüket (Ali Ekber Yıldırım / Sia)
        Üretme Tüket (Ali Ekber Yıldırım / Sia)
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar