Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kimine göre dev, kimine göre vasat bir şairdi. Kimine göre gerçek vatanperver, aralarında Çetin Altan gibi isimlerin de olduğu bazılarına göreyse yurtdışına kaçışıyla “vatan haini”ydi. Milliyetçiydi veya sosyalistti veya komünistti. İşin garibi, bu kimileri ve bazıları dönemden döneme, görüşten görüşe hep değişti. Bir gün solcular için iyi oldu, sağcılar için kötüydü. Sonra sağcılar için iyi oldu, solcular sorgulamaya başladı. Ne olursa olsun Nazım Hikmet, Türk siyaset ve edebiyat tarihinin en çok tartışılan isimlerinden oldu.

        Bu sürecin onun açısından pek de katlanılır geçtiği söylenemez. 62 yıllık yaşamının yaklaşık 13 yılının hapiste geçmesi bir yana, 20 yaşından ömrünün sonuna kadar sürekli devletin takip ve tarassutu (gözetleme) altındaydı. Aslında 1921’de Nazım Hikmet ve arkadaşları Vâlâ Nureddin, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya (dört hececi şairler) Ankara Hükümeti ve Mustafa Kemal’e destek için Sirkeci’den kalkan vapura gizlice binip Anadolu’ya geçmişlerdi. Ancak aynı yılın sonunda Sovyetler Birliği’ne ilk kez gidişiyle bu takip ve tasarrut başlayıverdi. O artık devlet için tehlike arz eden bir komünistti. Daha sonra sadece Nazım Hikmet değil, ailesi, akrabaları ve yakın çevresi de doğrudan takip edilecek ve gözetlenecekti.

        Gazeteci Tolga Şardan ciddi emek harcayarak bu takip ve tasarrutu ilk kez yayınlanan belgeler, devlet içindeki gizli yazışmalarla aktarıyor. “Tamamı devlet kayıtlarında yer alan ve şimdiye kadar hiç yayımlanmamış bu belgelerde, Nâzım’ın adım adım tüm temaslarının nasıl izlendiği açık biçimde görülüyor. Belgeler gösteriyor ki Nâzım, komünistliği benimsediği günden ölünceye dek devletin takibi altında tutuldu. Öldükten sonra bile bu takipten kurtulamadı, uzun yıllar sakıncalı hali sürdü. Nâzım Hikmet’i takip, hiçbir zaman kendisiyle sınırlı kalmadı. Bebek yaştaki oğlu Mehmet, eşleri, sevgilileri, arkadaşları, arkadaşlarının arkadaşları, Nâzım’la yazışanlar, cezaevinde konuşanlar bile izleme altındaydı” diyor Şardan.

        Vâlâ Nureddin ile, 1921 İnebolu
        Vâlâ Nureddin ile, 1921 İnebolu

        Samiye / Seyda / Ayşe Yaltırım koleksiyonu, Murat Germen izniyle

        KOMÜNİST MASASI AMİRLİĞİ VE İMDAT’IN RAPORU

        1921 yılına dönelim... Nazım Hikmet ve Vâlâ Nureddin, Nisan’da Ankara’dan ayrılmadan önce Meclis’e davet edildiler. “Milli Mücadele” şiirinin yarattığı yankı nedeniyle Nâzım Hikmet’in annesi Celile Hanım’ın akrabası İsmail Fazıl Paşa, iki şairi Mustafa Kemal Paşa’ya da takdim etti. Nâzım Hikmet, hissettiklerini şöyle anlatmıştı: “Yüreğim çarpıyordu. Sert bir mavilik gördüm. Sonra bir altın sarısı... Sonra ak eller, kadın ellerine benzeyen biçimli, güzel ellerini gördüm. Belki de aklımda öyle kalmış. Belki de elleri öyle değildi, ama gözlerinin mavisiyle saçlarının sarısı öyleydi...”

        Mustafa Kemal “Bazı genç şairler ‘modern olsun’ diye mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar. Size tavsiye ederim, gayeli şiirler yazınız” diye söze başlamıştı. Acele gelen bir telgraf sohbeti bitirmiş, ama sonraki yıllarda Nâzım Hikmet’in ne zaman başı derde girse, Mustafa Kemal’in onu gizlice koruduğu değerlendirilmişti. Nâzım Hikmet, sosyalizme yatkın olmasına karşın Kuvayı Milliye’ye desteği sonrasında Bolu’da öğretmen yapılmıştı. “Ne var ki, bir süre sonra komünizme kaymaya başlayan hayat görüşü nedeniyle bizzat desteklediği Ankara Hükümeti ile devletin takibine girmekten kurtulamadı. Devlet, Nâzım Hikmet’in özellikle İstanbul ve Ankara’da attığı tüm adımları tespit için seferber oldu” diyor Şardan.

        Solda Nazım Hikmet en sağda Orhan Kemal, 1940'lar Bursa Cezaevi
        Solda Nazım Hikmet en sağda Orhan Kemal, 1940'lar Bursa Cezaevi

        Samiye / Seyda / Ayşe Yaltırım koleksiyonu, Murat Germen izniyle

        Bu takibin kitaba yansıyan ilk resmi belge ve yazışmaları, Atatürk’ün vefatının kısa süre öncesine, 1937 yılına rastlıyor. O dönemde Emniyet Teşkilatı içinde, özellikle komünizmle mücadele ya da komünist faaliyetlerin takibi amacıyla kurulan birim, yazışmalarda kimi zaman “Komünist Masası Amirliği”, kimi zaman ise “Kısım II Amirliği” ya da “Kısım III Amirliği” olarak geçiyor. Kısım III’te görevli polis memuru İmdat’ın “ayaklarına kara sular ininceye kadar dolaşarak” hazırladığı 29 Mayıs 1937 tarihli raporda, Nâzım Hikmet’in Ankara’daki temasları ve bu temasların içeriği hakkında detaylı bilgiler bulunuyor:

        "Kısım III. Amirliğine

        28-5-937 günü saat 15-30 da tarassudu emir buyrulan komünist Nazım hikmet adındaki şahsı göz önüne almak üzere yatıp kalkmakta olduğu ıstanbul oteline gidildi muma ileyhin sabah saat 8-30 da çıkıp gittiği ve bir daha otele gelmediği öğrenilmesi üzerine henüz şahsını tanımadığım bu kişiyi bulmak üzere bulunması melhuz olan mahallerden aradım ve her ne kadar şahsına tesadüf edilmemiş isede ancak yapılan sürekli soruşturmalar neticesinde kendisinin 28-5-937 Cuma günü saat 14. raddelerinde halk partisinde bulunan iç bakanı şükrü kayayı ziyaret ederk yarım saat görüştüğü ve bu meyanda parti baş katibi ziya ilede temas ettiği ve bunu müteakip saat 16 da partiden çıkarak otobüsle doğruca matbuat umum müdürlüğüne giderek vedat nedim ve ayni daire erkanından şevket turgut, münir münip, ve sadri etem beylerlede temas ettiği anlaşılmış ve gice saat 2-30 da otele avdet ettiği anlaşılmıştr. ve bilahare yapılan tahkikatta bu vakite kadar akrabaları olduğu anlaşılan merhum çanakkale saylavı sami rifatın yenişehirde ismet paşa caddesi 20. sayılı evinde kaldığı öğrenilmiştir. Bu gün ise (29-5-937 cumartesi) saat 10-30 da otelden çıkarak alelacele halk partisine girup baş katip ziya ile bir saat görüştükten sonra saat 11-30 da filimci kenan ile birlikte dışarı çıkup çok samimi surette konuşa konuşa ipekiş mağazasına gelerek elbiselik bir kumaşın fiyatını sorduktan sonra çıkıp burada kenandan ayrılarak yenişehir otobüsüne binerek doğruca yokarıda arzettiğim merhum saylavın evine gittiği ve burada ögle yemeğini yedikten sonra bu saylavın oğlu ve adının oktay olduğu ögrenilen bir gençle saat 15-15 de evden çıkup otobüsle taşhana indikleri ve oradan doğruca maçı seyretmek üzere stadyuma inerek stadyomda filimci kenan ilede mülaki olarak maçın nihayet bulduğu saat 18. e kadar oturduktan ve kenan ilede vedalaşup ayrıldıktan sonra oktay ile birlikte istasyona indikleri ve istanbula hareket etmek üzere bulunan ekspres trenine girerek çantasını kompartımana bırakup oktay ile birlikte istasyonda aşağı yokarı piyasa etmekteler iken matbuat umum müdürlügünden yokarıda adı geçen sadri etem ve hüviyeti ögrenilemeyen bir gençle gelerek Nazım hikmet bu şahıslar tarafından hararetli bir surette teşyi edilerek hareket ettigi görülmiştir. ve bu gün devairin tatil bulunması hasebile maksadı seyyahatının ögrenilmesi mümkin olamayan bu kişnin 27-5937 günü istanbuldan birlikte ankaraya geldiği anlaşılan ankara saylavı aka gündüz ilede samimi görüştügü yapılan tahkikattan anlaşıldığını arzederim.

        29/5/ 937 Memur İ.R."

        Nazım ve Piraye
        Nazım ve Piraye

        Samiye / Seyda / Ayşe Yaltırım koleksiyonu, Murat Germen izniyle

        VALİLİKLER NAZIM’IN PEŞİNDE

        O tarihlerde Nâzım Hikmet “muhalif” TKP’liydi (Türkiye Komünist Partisi). Faaliyetleri yasaklanınca yeraltına çekilen TKP’nin Merkez Komite üyeleri ile TKP dışında kalan muhalif Nâzım Hikmet arasında 1930’dan itibaren çatışma vardı. Bu, Nazım Hikmet’in İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde “gizli örgüt kurup komünizm propagandası yapmak”tan yargılanmasını engellememişti. Nâzım, 30 Aralık 1936’da 13 kişiyle gözaltına alındı. Dava altı ay sürdü; cezaevine girdikten sonra tutuksuz yargılanmak üzere Nisan’da salıverildi. 21 Haziran 1937’de sonuçlanan davadan ceza almadan beraat edip aklandı. İşte bu dava devam ederken, Mayıs sonunda Ankara’ya gitti. Amacı, hakkındaki komünizm-örgüt ilişkili soruşturmalardan kurtulmaktı. “Evinin geçimini sağlamak için sabahtan akşama kadar çalışan” biriydi. Devletteki arkadaşlarından isteği, bu durumu polisleri üstüne gönderenlere, davalar açtıranlara anlatmalarını talep etmekti.

        Nazım Hikmet, 1950 Moskova
        Nazım Hikmet, 1950 Moskova

        Samiye / Seyda / Ayşe Yaltırım koleksiyonu, Murat Germen izniyle

        Ancak o bunları planlarken bile devlet takipteydi. Haydarpaşa Garı’ndan 26 Mayıs 1937 günü hareket eden ekspres trenle Ankara’ya doğru yola koyulduğunda bir sivil polis gardan ayrıldı ve Sansaryan Han’a giderek Nâzım Hikmet’in Ankara’ya yola çıktığı bilgisini verdi. Bu bilgi, İstanbul Valiliği tarafından aynı gece “şifreli” mesajla Ankara’ya ulaştırıldı:

        "T.C. ANKARA VALİLİĞİ

        Yazı İşleri Kalemi

        İstanbul Vilâyetinin 26/5/937 ve 2615/37 N. Şifresi açılmıştır. Komünist Şair Nazım Hikmet bu akşam ekispiresle Ankaraya hareket etmiştir. bir sinema işi için Dahiliye Vekâleti ve diger makamlarla temasedeceği anlaşılmıştır Dahiliye Vekâletine, Ankara, Eskişehir, Bilecik, Kocaeli Vilâyetlerine yazılmıştır.

        Vali N. H. Karataban"

        En soldaki bilinmiyor. Soldan sağa Sait Faik, Münevver, Peride Celal, Nazım Hikmet
        En soldaki bilinmiyor. Soldan sağa Sait Faik, Münevver, Peride Celal, Nazım Hikmet

        Samiye / Seyda / Ayşe Yaltırım koleksiyonu, Murat Germen izniyle

        İstanbul Valiliği’nin, Nâzım Hikmet’in Ankara tren güzergâhı üzerindeki illerin valiliklerine yazdığı takip ve izleme talimatı sonrasında, Eskişehir ve Kocaeli valilikleri, ayrı ayrı gönderdikleri yazılarda, şairin içinde bulunduğu trenin sorumluluk bölgelerinden geçtiğini ve Nâzım Hikmet’in de trende görüldüğünü bildirdiler.

        Ankara’da temaslarına başlayan Nâzım Hikmet, peşindeki sivil polisler eşliğinde farklı kişilerle bir araya geliyordu. Kimi zaman Başbakanlığa, kimi zaman Matbuat Umum Müdürlüğü’ne, kimi zaman da Meclis’e gidiyordu. Hep dışarıda olan Nâzım Hikmet’in takibi kolay olmuyordu. Bu yüzden izlemede görevli polisler hep değişiyordu. Bu değişiklikler de resmi tutanağa bağlanıp Şube 1’deki Komünist Masası Amirliği’ne bildiriliyordu. İşte, şairi takip eden polislerin kendi aralarında görev devir teslimi yaptıklarına ilişkin 82 yıllık belge:

        "Tarassut M. 28.5.937 (Tarassut Masası)

        3 sayılı ali ulvi’nın tarassutundaki iken 130 sayılı İbrahim e verilen Komünist Nazım Hikmet’in halen Istanbul otelinde ikamet ettiğini arzederim.

        29/5/937 T.H.M."

        PLAKLAR DA TOPLATILDI

        1936’nın son günlerinde Nâzım Hikmet’e yönelik “gizli örgüt” soruşturması, şairin eserlerinin yasaklanmasını da beraberinde getirdi. Kitapları toplatıldı ama yetmedi. 1928’de yazdığı iki şiirini okunduğu plak için Bakanlık, 6 Aralık 1938 tarihinde toplatma kararı aldı. Bunun üzerine ülke düzeyinde aramalar başladı. Ankara’da yapılan aramalar sonrası polislerin hazırladığı bir tutanak, Nâzım Hikmet’in dosyasına girdi:

        "K. II. Amirliğine

        Dahileye vekaletininilişik 6/12/938 tarih ve 61657 sayılı yazısın,da bildirile ve 931 senesi Komonist Nazım Hikmet,in (835 Sater ve Bahrı Hazer ve Salkım Söğüt) adle Pilak ve şiirler hakkın,da yapılan tahkikatta Ankara,da mevcut Kütüphanelerde ve pilak mağazaların,da bu eserler aranmışsa,da bulunamamıştır. her ne kadar mezkür pilaklardan birkaç sene evvel Ankara,da Şamlı Selimin dükkanında bulunmuş isede mal sahibi tarfından muzur olduğu nu anlayarak tek,rar İstanbuldaki Kolombiya şubesine iade ettiği anlaşılmış ter arzederim. 13/12/938

        KOMSER"

        Nazım Hikmet 1950 yılında İstanbul'da
        Nazım Hikmet 1950 yılında İstanbul'da

        Samiye / Seyda / Ayşe Yaltırım koleksiyonu, Murat Germen izniyle

        İKİ DAVADAN 28 YIL HAPİS

        Nâzım Hikmet’in “orduyu isyana teşvik” iddiasıyla yargılandığı dosyada Ömer Deniz adındaki Harp Okulu öğrencisi ihtilal hazırlığı ile suçlanmıştı. 17 Ocak 1938 gecesi kuzeni Celalettin Ezine’nin evinde gözaltına alınıp tutuklanan Nâzım Hikmet, daha sonra yargılama için Ankara’ya götürülmüştü. İşte bu süreçte devlet; Nâzım Hikmet ve dosyadaki sanıklara hapis cezaları vermiş, ancak henüz bazı soruların yanıtları bulunamamıştı. Bu soruların başında ise Nâzım Hikmet’in, Harp Okulu öğrencisi Ömer Deniz’le bağlantısı geliyordu. Yargılama sürecinde konuşan sanık Deniz, Nâzım Hikmet’in kendisine, “Temasımızdan şüphe ederler, bu şüpheyi uyandırmayalım. Ben seni istediğim zaman bulurum” dediğini iddia etmişti. Nâzım Hikmet, yargılamada bu bağlantının olmadığını açıklamaya çalıştı, fakat Ömer Deniz’in soruşturma sırasında Nâzım Hikmet’le ilişkisini anlatırken kurduğu cümle, devletin alarma geçmesine neden oldu:

        "Ankara Valiliğine

        Harp okulunda yakalanan talebe Ömer Deniz’in Nazım Hikmet’le teması hakkındaki itirafı sırasında Nazım Hikmet’in kendisine (Temasımızdan şüphe ederler, bu şüpheyi uyandırmayalım. Ben seni istediğim zaman bulurum) demek suretile Ankara’da bu gibi temasları yapabilecek elemanlara malik olduğunu ihsas ettiği anlaşılmıştır. Hadisenin meydana çıkması böyle bir temasa mani olduğundan bu elemanların kimler olduğu tesbit edilememiştir. Bu hususta önemle inceleme yaptırılarak Nazım Hikmet’e tavassut edecek elemanların kimler olduğunun tesbitini ve sonunun bildirilmesini rica ederim. Ankara ve İstanbul Valiliklerine yazılmıştır.

        Dahiliye Vekili"

        Mart 1938’de başlayıp sonuçlanan bu davada Nâzım Hikmet, 15 yıl hapis cezası aldı. Mayıs 1938’de Askeri Yargıtay cezayı onadı. Cezaevine konulduktan sonra Haziran 1938’de, bir önceki yıl beraat ettiği gizli örgüt kurma davasının Yargıtay’dan bozulmasıyla, İstanbul’da yeniden yargılanmaya başladı. Ağustos sonunda biten bu Donanma Davası’nda, Nâzım Hikmet 20 yıl hapis aldı. İndirimle 13 yıl 4 ay yatacaktı. Hakkındaki toplam hapis cezaları 28 yıl 4 ay olmuştu…

        Nazım Hikmet 1950 yılında İstanbul'da
        Nazım Hikmet 1950 yılında İstanbul'da

        Samiye / Seyda / Ayşe Yaltırım koleksiyonu, Murat Germen izniyle

        “KEMALİZMDEN ADALET İSTİYORUM”

        “Atatürk’ün ölümü ve Demokrat Parti’nin iktidar olması arasındaki zaman dilimi, Nâzım Hikmet için oldukça zorlu geçti” diyor Şardan. Hatta şair, gözaltı döneminde, 18 Ağustos 1938’de Atatürk’e mektup yazmış, “Kemalizm’den adalet istiyorum” demişti. Gerçekten de 1938-1954 arası Nâzım Hikmet için kâbus olmuştu. Ankara-Sultanahmet-Çankırı-Bursa-Üsküdar cezaevleri arasında mekik dokudu. Bir cezaevinden ötekine, ötekinden bir diğerine gitti.

        Nâzım Hikmet 16 Şubat 1940 günü getirildiği Çankırı Cezaevi’nde eski dost Kemal Tahir’le karşılaştı. Daha sonra gönderildiği Bursa Cezaevi’nde ise koğuş arkadaşı, yıllar sonra Orhan Kemal adını alacak Adanalı Raşit Kemali idi. Nâzım Hikmet’in eski koğuş arkadaşı Kemal Tahir’e yazdığı mektuplardan biri, Bursa Valiliği tarafından elde edilerek, Ankara Valiliği ile Dahiliye Vekâleti’ne gönderildi. Resmi yazıda, “mahkûmların farklı cezaevlerinde kalan arkadaşlarıyla rahatça mektuplaştıkları ve kolaylık gördükleri” yaşam şeklini sağlayan yönetim uygulamasından rahatsızlık aktarılıyor ve gereğinin yapılması talep ediliyordu. Vali Güleç’in imzasını taşıyan, içeriği ve gizliliği nedeniyle üzerinde “çift hilal” damgası bulunan yazı şöyle:

        "T.C. BURSA VİLÂYETİ

        16/9/1943

        EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ KISIM: 1.A SAYI: 1756

        Özü: Nazım Hikmet’in muhaberesi H.

        Gizlidir

        Ankara Valiliğine

        1 – Bursa cezaevinde mahkûmen mevkuf komünist şeflerinden Nazım Hikmet’in Malatya cezaevinde mahkûm Komünist Kemal Tahir’e gönderdiği ve ele geçirilen mektubunda; Ankarada biri Alaman ve diğeri Macar iki casusun bahçelievlerde hususi surette mahkûm oldukları, cezalarını çekdiklerini ve kendisinin esasen kürt olup kürtleri, çok sevdiğinden bahsettiği ve aynı zarf içerisinde yine mahkûm komünistlerden Reşât Kemali’nin de bir mektubu görülerek her ikisinin de birer suretleri dahiliye vekâletine, bunlardan Nazım Hikmet’in mektubunun bir sureti ayrıca Ankara vilâyetine ilişik olarak sunulmuştur. Bunlardan başka Nazım Hikmet’in 15/9/943 tarihinde Sinop cezaevinde mahkûm komünistlerden Nuri Tahir’e yazdığı bir mektubunda (müdürünüzün ve müddei umuminizin size karşı gösterdiği iyiliği Kemâl Tahirden aldığım bir mektuptan öğrendim. Tam manasiyle cumhuriyet hapisane müdürü ile bir cumhuriyet müddei umumisinden zaten bundan başka bir şey beklenemez. Müdürünüze bilhassa selâm ederim) dediği görülmüştür. Gerek bu yazıya ve gerekse Reşât Kemali’nin mektup münderacatına göre her nedense bu kabil eşhasın cezaevlerinde fazla müsamaha görmekte oldukları göze çarpmaktadır. Gereği saygı ile arzolunur.

        2 – Dahiliye vekâletine arzedilmiş Ankara vilâyetine yazılmıştır.

        Bursa Valisi Fazlı Güleç."

        SİYASETEN DEĞİL MÜNEVVER İÇİN AÇLIK GREVİ

        Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nde geçirdiği günlerde, özel hayatı da hareketliydi. Önce Tolga Şardan’ın anlatımıyla döküm geçmekte fayda var.

        Fransa’da yaşayan eşinden 1932’de ayrılan Piraye Hanım ile Nâzım Hikmet, 31 Ocak 1935’te evlendi. Piraye Hanım, Nâzım Hikmet’in Nüzhet Hanım ve Yelena Yurçenko’dan sonraki üçüncü karısı; Nâzım Hikmet ise, Piraye Hanım’ın Vedat Örfi Bengü’den sonraki ikinci kocasıydı. Gözaltılar, tutuklamalar, yargılamalar ve hapis cezaları sırasında Nâzım’ın yanında hep Piraye Hanım vardı. Genç kadının ilk eşi Vedat Örfi Bengü ile evliliğinden olan oğlu Memet Fuat, Nâzım Hikmet’in “üvey oğlu” oldu. Nâzım Hikmet, Bursa Cezaevi’ndeki günlerinde eşi Piraye Hanım’a olan aşkını ve sevgisini anlatmak için şiirler kaleme aldı. Ancak daha sonra aşk hayatında büyük bir kırılma yaşadı.

        Münevver (Berk) daha 17’sindeyken, 1934’te tanışmıştı ilk kez Nâzım Hikmet’le. Aradan geçen yıllarda Münevver Hanım, hukuk eğitimi yaptı ve İstanbul Elektrik İdaresi’nde işe başladı. 1944’te ressam Nurullah Berk ile evlendi. Bu evlilikten Renan adlı kızları oldu. Ancak, Nâzım Hikmet’ten yaşça çok küçük olan yeşil gözlü ve kumral genç kadın, eski günlerde yaşananların da tesiriyle, Piraye Hanım’ın boşluğunu yaşayan şairi etkisi altına almakta zorlanmadı. Nâzım Hikmet, dayı kızı Münevver’e âşık oldu. Yazışmalar, gidip gelmeler, kısa sürede “tutkulu” bir aşka dönüştü. İkisi de evliydiler ama şiirler yazılmaya başlanmıştı bile.

        Üstelik bir de Ekim 1948’de çıkması beklenen af vardı Nazım’ın kafasında. Bunu da hesaba katıp, Piraye Hanım’a boşanma dilekçesi yolladı. Ama beklenmedik gelişmeler oldu. Cumhuriyet’in 15. yıldönümü kapsamında Ekim 1948’de çıkması beklenen af gerçekleşmedi. Münevver Berk kocasına döndü, Nazım’a ziyaretleri kesti. Nâzım Hikmet, yeniden Piraye’ye dönmenin planlarını yaptı ama Piraye Hanım mektuplara yanıt vermedi. Nâzım Hikmet, büyük hayal kırıklığı yaşadı, umutsuzluğa kapıldı. Beklediği affın çıkmaması ve 13 yıldır cezaevinde olması şairi bunalttıkça bunaltıyordu. Bir yandan sevdiği kadınları kaybetmesi, bir yandan “dışarı” çıkamaması psikolojisini bozmuştu. Açlık grevi yapacaktı. Şair, yeni aşkı Münevver Berk’le ilişkilerinde yaşadığı sorunlu dönemi, daha sonraları şöyle anlatacaktı:

        “Kocasından ayrılacağına yemin etti, evli ve bir kız annesiydi. Kızını alacak, kocasını bırakıp gelecekti bana. Ve ansızın hükümet benim için af çıkarmaktan caydı. Ve Münevver bir pusula göndererek, kocasını bırakmasının imkânsız olduğunu bildirdi. Kızıyla ilintili biçimsel bir neden ileri sürüyordu, o kadar... İşte bu gerçek darbe oldu benim için! Ondan nefret ediyordum o sırada. Ve açlık grevine başlayacağımı ilan ettim. Böylece öç almak istiyordum ondan. Korkunç bir ihanetti bu! Allah kahretsin! Greve başladım. Tüm dünyada siyasal amaçlı bir davranış olarak anlaşıldı bu.”

        PİRAYE’Yİ SON GÖRÜŞ VE AF

        Nâzım Hikmet, 8 Nisan 1950’de greve başladı. Bir süre sonra İstanbul’a Paşakapısı Cezaevi’ne getirildi. Özel bir bağışlama yasasıyla serbest bırakılacağı umuluyordu. Paşakapısı’na nakledileli henüz bir hafta olmamıştı ki uzun zamandır görmediği eşi Piraye Hanım geldi. Görüş yerinden cezaevi müdürünün odasına alındılar. Piraye Hanım, yanında iki çocuğu Suzan ve Mehmet’le gelmişti. Nâzım Hikmet eşini ve iki çocuğunu karşısında görünce heyecanlandı ama o an odanın kapısı açılıverdi. Münevver Berk içeri girdi. Piraye Hanım iki çocuğuyla odadan çıktı. Bu, birbirlerini son görüşleriydi. Sürecin sonunda Nurullah Berk de eşi Münevver Hanım’dan resmen boşandı.

        Af için sonuç alamayan Nazım, tekrar açlık grevine başladı. Onun tahliyesinin sağlanması için protesto eylemleri ile kamuoyu açıklamaları devam ediyordu. Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat ve Melih Cevdet de 12 Mayıs’tan itibaren üç gün açlık grevine başladılar. Açlık grevinin 12. gününde sekiz kilo kaybeden Nâzım Hikmet, cezaevi yönetiminin talebiyle Cerrahpaşa Hastanesi’ne getirildi. Doktorlar acil müdahaleye aldıkları şaire serum taktıktan sonra onu verem hastalarının tedavi edildiği bölüme yatırdılar. Af çıkacağı umudu ve yeni hükümet olan Demokrat Parti’nin “affa sıcak baktığı” mesajlarını vermesi nedeniyle grevi sonlandıran Nâzım Hikmet, bir süre daha hastanede tedavi edildi. Genel af arifesindeki hapishane günlerini şöyle anlatıyor:

        "Af çıktı. Ve Münevver çıkageldi, iki üç kilo kadar çilekle. O kadar gün aç kalmışım. Çileklere saldırıp neredeyse hepsini gövdeye indirdim. Az kalsın ölüyordum. Zor kurtardılar. Mutluluk günleriydi bunlar. Özgürlük, özgürlüktür anasını satayım!"

        TBMM’de görüşülen af düzenlemesi 15 Temmuz günü yürürlüğe girdi. Nâzım Hikmet, doğrudan affedilerek değil, hakkındaki cezanın belirlenen oranla düşürülmesiyle ortaya çıkan “yeni ceza miktarı” sayesinde aftan yararlandı. Şair, 28 yıl 4 aylık cezası nedeniyle 13 yıl 5 ay hapis yatmıştı. Bu süre, afla düşen cezasına karşılık geldiği için şair, cezaevinden tahliye edilerek özgürlüğüne kavuştu.

        POLİSLERLE OYUN OYNAYAN MEHMET NÂZIM

        Nazım’ın hapisten çıkması her şeyi çözmüyordu. Bu aslında kendisi ve yakınlarının daha sıkı takibi anlamına geliyordu. Nitekim Nâzım Hikmet, Vâlâ Nureddin’in evine ilk geldiği andan itibaren misafir kaldığı yaklaşık bir ay boyunca yakından takip edildi. Şairin annesi Celile Hanım’ın Cevizlik’teki evine taşınınca da sürdü bu. Sansaryan Han’daki Birinci Şube’de çalışan polislerden bir ekip evin tam karşısına yerleşti. 3-4 polis açık açık Nâzım’ı izliyordu.

        Piraye Hanım’dan resmen boşanan Nâzım Hikmet’in hayatında, boşanmadan üç gün sonra yeni bir heyecan vardı. Nâzım Hikmet cezaevindeyken hamile olduğu ortaya çıkan Münevver Hanım, 26 Mart 1951 günü Kadıköy’deki özel bir klinikte bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Bebeğe Mehmet adı verildi. Şairin hayatını yakından takip eden devlet, Mehmet’in doğum sürecini de izledi:

        "11/7/951

        Kızıl şair, Nazım Hikmetin ; Kadıköy Mühürdar caddesi 59 numarada Dr. Bedri Kliniğinde iki ay önce bir oğlu olmuştur. Karısının adı Münevver Ran’dır. Dayısı Celâlettin Berk’in kızıdır."

        Doğumu, devletin kayıtlarına dört cümlelik notla giren Mehmet de babası gibi yıllarca izlenecekti. Babası Türkiye’yi terk ettikten sonra polislerin çevrelediği bir çocukluk yaşadı. Evlerini ve annesi ile kendisini günün her saati takip ve izleme yapan polislerle arkadaş olmuştu. Arsada oynarken polislerin göz kulak olduğu Mehmet Nâzım’ı çıktığı ağaçtan inemeyip takılı halden kurtaran polisler oluyordu. Polis arabalarına binip direksiyon öğreniyordu. Polis memurlarını isimleriyle biliyor, evden çıktığında heyecanla onlara koşuyordu. Belki de babasının eksikliğini ve özlemini garip biçimde polislerle gideriyordu...

        ÖLDÜRÜLME KORKUSUYLA GELEN KAÇIŞ

        Kasım 1950’ye gelindiğinde, tanınan bir yazar olarak Avrupa’da ilgi uyandırmaya devam eden Nâzım Hikmet’e, Dünya Barış Kongresi’nin Varşova’da yapılan ikinci toplantısında “Barış Ödülü” verilecekti. Ancak yurtdışına kaçacağından endişe edildiği için pasaport başvurusu reddedildi. Onun yerine ödülünü Şilili şair Pablo Neruda aldı.

        O günlerde yeni bir sıkıntıyla karşılaştı Nâzım Hikmet. Devlet, “uyuyan” askerlik konusuyla 6 Haziran 1951 günü bir kez daha kapısını çaldı. Askerlik şubesinden gelen görevliler, 49 yaşındaki Nâzım Hikmet’i götürdüler. İşlemler başlatılmıştı bile. Askere alınması kararı kesindi. Haydarpaşa Asker Hastanesi’nde 8 Haziran günü yapılan sağlık incelemesi sonucunda “sağlam” raporunun gelmesiyle, şairin “iki yıl askerlik hizmetini yerine getirmesi için Sivas’ın Zara ilçesine gönderilmesi” kararı alındı.

        Nazım Hikmet 1952 yılında Kosova'da
        Nazım Hikmet 1952 yılında Kosova'da

        Samiye / Seyda / Ayşe Yaltırım koleksiyonu, Murat Germen izniyle

        Aynı günlerden birinde, tenha bir sokakta bir trafik kazasına kurban gidiyordu az daha. Hem Sabahattin Ali’nin öldürülmesi de aklından çıkmıyordu. Aldığı bilgiye göre, onu da ortadan kaldırmak istiyorlardı. Öldürülmekten korkuyordu. Türkiye’yi terk etmeyi iyice kafasına koymuştu.

        Nâzım Hikmet, 13 yıl süren cezaevi günlerinden sonra başladığı İstanbul’daki yeni yaşamına 11 ay dayanabildi. 17 Haziran 1951 sabahı hiç dönemeyeceği ülkesinden kaçarak ayrıldı.

        Kendisini takiple görevli polisleri atlatarak yurtdışına kaçması Ankara’da krize neden oldu. Gerek İçişleri Bakanlığı, gerekse Emniyet Müdürlüğü, DP iktidarının “özel hassasiyet” gösterdiği Nâzım Hikmet’in izinin bulunması için çalışmalarını yürütüyordu.

        İçişleri Bakanlığı, Nâzım Hikmet’in kayıplara karışmasından üç gün sonra Ankara Valiliği’ne özel bir yazı gönderdi. 20 Haziran 1951 tarihini taşıyan “çok acele” ve “zata mahsus” yazıda Nâzım Hikmet’in Ankara’da bulunup bulunmadığının araştırılması isteniyordu. Ankara’ya gelen iki yazı ile aynı gün “imza karşılığında” teslim edilen talimat şu şekildeydi:

        "T.C. Ankara Vilâyeti Emniyet Müdürlüğü

        Ş : 1 6206 Birinci Şube Nöbetçi Komiserliğine

        Tanınmış Komünist Nazım Hikmet’in İstanbul’da oturmakta iken izini gaip ettiği anlaşılmış ve Ankara’ya geldiği haber alınmıştır. Askerlikçe ilişiği bulunup İstanbul Askerlik Şubesince aranılan adıgeçenin, bir fotoğrafisi ilişiktedir. Bu fotoğrafın bütün şube âmir ve memurlarına gösterilip teşhis ettirilmesini ve gittikleri, gezdikleri yerlerde etrafı tetkik ederek adı geçeni gördükleri takdirde gözden gaip etmeden en yakın bir mahalden telefonla şubeye haber vermeleri lüzumunun kendilerine imza karşılığı tebliğini rica ederim.

        21/6/951

        Şube 1. Müdürü M. Bozkır"

        Nâzım Hikmet’in Romanya’ya kaçtığı bilgisinin gazetelerde yayımlanmasına karşın Ankara Emniyeti tedbiri elden bırakmadı. Şube 1 bünyesindeki K II Komünist Masası’nda görevli polis Mustafa, Nâzım Hikmet’in izini bulmakla görevlendirildi. Kıdemli bir memur olan Mustafa, yaklaşık 10 yıldır komünist faaliyetlerin önlenmesi konusunda çalışıyordu. Talimatı aldıktan sonra yaptığı araştırmalar sonucunda, 22 Haziran 1951 raporunu şöyle hazırladı:

        "Kominist masası amirliğine

        21/6/951 Günü telekki edilen emir üzerine Nazım Hikmet’in Ankarada gelmesi muhtemel olan şüpheli Oktay Rifat, Melih Vecdet Anday, Abidin Dino, Pertev Nail Boratav, Muvaffak Şeref, Emin Türkelçi, Neriman Hızır, Ve diğer koministlerin evlerinin atrafında yapmış olduğum sıkı kontorol ve gizli yaptığım tahkikattan ve Ali Fuat Cebesoy, Çimonto fabrikası müdürü Şeydanın hanımı Nazım Hikmet’in ablası olması dolayisiyle buralardada gizli yapdığım tahkikat neticesinde Nazım Hikmet’in Ankaraya geldiğine dair hiçbir izine raslanamadığını sayğile arzederim.

        22/6/951

        Polis memuru Mustafa Tunçel"

        Babası Hikmet Nâzım Bey’in ikinci evliliğinden olan üvey kız kardeşi Fatma Melda Hanım’ın eşi Refik Erduran’ın kullandığı “Chris Craft” sürat motoruna binen Nâzım Hikmet, 17 Haziran 1951 Pazar günü Tarabya kıyısından Karadeniz’e açılmıştı. Karadeniz’in Marmara girişinde Romanya bayraklı yük gemisine alınan şair, ilk aşamada Köstence’ye vardı. Nâzım Hikmet’in Romanya’da olduğunu 20 Haziran 1951’de Bükreş Radyosu dünyaya duyurdu.

        O günlerde hükümet; hem devletin varlığını göstermek, hem Nâzım Hikmet karşıtlarının eleştirilerini göğüsleyip tansiyonu düşürmek, hem de Nâzım Hikmet yanlıları ve komünist cenaha gözdağı vermek amacıyla harekete geçme kararı aldı. 25 Temmuz 1951’de Nâzım Hikmet vatandaşlıktan çıkarıldı.

        Nazım Hikmet 1962 yılında Moskova'da
        Nazım Hikmet 1962 yılında Moskova'da

        Samiye / Seyda / Ayşe Yaltırım koleksiyonu, Murat Germen izniyle

        “NAZIM HİKMET RAN’IN METRESİ”

        Nâzım Hikmet’in yurtdışına kaçmasını engelleyemeyen devlet, Münevver Hanım ve oğlu Mehmet’le ilgili benzer hataya düşmek istemiyordu. Münevver Hanım’ın Ankara ziyareti sırasındaki çalışmalar bunu gösterdi.

        "T.C. İSTANBUL İLİ EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ

        Şube : 1 Sayı: 5073

        Öz: Münevver Andaç’ın Ankaraya gittiği hakkında.

        Seyyarla Aceledir

        Ankara valiliğine

        1- Firarî ve mahkûm komünistlerden Nazım Hikmet Ran’ın (metresi) olup durumu önemle takip edilmekte bulunan Münevver Celile Andaç’ın 16/4/1952 günü Ankaraya gitmek üzere Yataklı Vagonlardan 16 numaralı yataklı bileti aldığı anlaşılmış ve keyfiyet Ankara Emniyet Birinci Şube Müdürü Ulvi Gölpınar’a telefonla bildirilmiştir. Aynı gün saat 18.20 de kalkan trenle Ankara’ya hareket eden sözü geçenin başka bir istasyonda inip izini kaybetmesi gözönünde tutularak takip ekibinden tefrik edilen Süreyya Binçay adlı memur aynı trenle gönderilmiştir. Memur, trende Münevver Celile Andaç’ın Ankara’dan iki istasyon evvel Güvercinlik istasyonunda ineceği tesbit ederek durumu Eskişehir Emniyeti vasıtasıyla telefonla Emniyet Müdürlüğüne bildirmesi üzerine durum Ankara Emniyet Müdürlüğü nöbetçi başkomiseri Emin Göktürk’e ve Emniyet Genel Müdürlüğü nöbetçi komiser muavini Apturrahman Aktuğ’a telefonla yazdırılmış ve bu suretle Güvercinlik istasyonuna inen Münevver’in Ankara Emniyet memurları tarafından takibe alınması sağlanmıştır. Yurt dışına çıkmak için pasaport talebinde bulunan ve pasaport kanununun 22 inci maddesi gereğince pasaport verilmemesi İçişleri Bakanlığının 12/4/1952 gün ve Em.Gn.Md.Ş.4.B.1.2422-337/22936 sayılı emirleri iktizasından olan bu kadının Ankara’daki durum ve temaslarından ilimizin de haberdar edilmesini ve Istanbul’a avdetinin daha evvelden telefonla bildirilmesini Ankara valiliğinden rica ederim.

        2- Malûmaten İçişleri Bakanlığına arzedilmiş, gereği için Ankara valiliğine yazılmıştır.

        17/4/1952

        Istanbul Valisi Y. Fazıl Uybadın"

        Devletin bazı yazışmalarında, Münevver Hanım için–Nâzım Hikmet’le aralarında bir resmi nikâh olmadığından olsa gerek– “Nâzım Hikmet’in metresi” tanımlamasını kullandığı anlaşılıyor.

        Münevver Hanım’ı, Ankara’da bulunduğu süre içinde takip etmekle görevlendirilen polisler, yedi günde dokuz ayrı takip ve izleme raporu hazırladı. Bu raporlar kitapta yer alıyor.

        Ancak bu takibat da Münevver Hanım ve oğlu Mehmet’in kaçışını engellemedi. Şairin kaçışından tam 10 yıl sonra anne oğul İstanbul ve Türkiye’yi terk etti. Kaçışı, Dünya Barış Konseyi’nin İtalyan delegelerinden Joyce Lussu organize etti. İstanbul’dan Ayvalık’a gelen Münevver Hanım, Ege’de yatla turistik geziye çıkmış gibi denize açıldı ve Yunanistan’a ulaştı. Oradan da Polonya’ya geçtiler.

        Ancak Nâzım Hikmet başka bir hayata başlamıştı. Hayat arkadaşı Münevver Hanım’a duyduğu özlem, şairin yurtdışındayken başka kadınlarla yakınlık kurmasına engel olmamıştı. 1955’te tanıştığı Vera Tulyakova adlı genç ancak evli bir kadınla tutkulu bir aşk yaşamaya başlamıştı. Kendisinden 30 yaş küçük Vera’yla 18 Kasım 1960’ta evlenmişti. Yani Münevver Hanım ile oğlu Mehmet Nâzım Varşova’ya geldiklerinde Nâzım Hikmet evliydi.

        Büyük takibin diğer belgelerini ve yaşananları, Tolga Şardan’ın kitabından okumanızı tavsiye ederim.

        "KOMONİST MASASI'NDAKİ NÂZIM HİKMET"-Tolga Şardan / Doğan Kitap
        "KOMONİST MASASI'NDAKİ NÂZIM HİKMET"-Tolga Şardan / Doğan Kitap

        ***

        NÂZIM YÜZÜNDEN FINDIKLARA EL KONUR

        Nâzım Hikmet’in adının geçtiği her şeyin yasak olduğu bir dönemde, Ankara’nın Doğanbey Mahallesi’nde enteresan bir olay yaşanıyor. 1952 yılının sıcak bir Ağustos gecesi, polise başvuran bir vatandaş, tablacıdan aldığı fındığın içine konan kâğıdın daktiloyla yazılmış olduğunu gördüğünü, kesekâğıdını açıp baktığında Nâzım Hikmet’in Bulgaristan’da yayımlanan bir yayın organındaki açıklamaları olduğunu anladığını anlatır. Bunun üzerine görevlendirilen polisler, fındık satan tablacılara gidip araştırma yaptıklarında vatandaşın ihbarının doğru olduğunu görürler. Fındık satan tablacılar, kesekâğıtlarıyla birlikte gözaltına alınarak sorgulanmak üzere Emniyet Müdürlüğü Birinci Şube’ye götürülür. Fındıklara da el konulur. Olayın yaşandığı Doğanbey Polis Merkezi Emniyet Amiri Nedim Güven’in, Emniyet Birinci Şube’ye yazdığı tutanakta gelişmeler şöyle anlatılıyordu:

        "T.C. ANKARA EMNİYETİ

        19/8/952

        DOĞANBEY POLİS MERKEZİ

        Sayı : 12902 Şube I. Müdürlüğüne

        18/8/952 Gicesi saat 22.30 kararlarında şehir bahçesinde görevli bulunan memurlarımıza bir vatandaş olduğunu söyliyen şahıs müracaatla: Şehir bahçesi kapısında fındık satan bir tablacıdan almış olduğu fındıkları yedikten sonra kağıtta daktilo ile yazılmış yazılar görerek bunların ne olduğunun okumak maksadı ile kese kağıdını açıp baktığında müfrit kominitlerden olup halen yurt dışında bulunan ve Bulgar yayın bültenlerinden Nazım hikmet ve iki Türkiye vardır Başlıklı yazıları ihtiva edip bunların Türkiye aleyhine yazılmış ve kominist propagandası olduğunu bildirmesi üzerine memurumuz bahçe kapısında bulunan ve fındık satışıyla meşgul Niğdeli Necip oğlu 933 Dog. Süleyman Çiçek ve Kazım oğlu 334 Doğ. Fazlı Karasunun tablalarında mevcut kese kagıtlarını alıp tetkik ettiğinde bu kese kagıtlarınında ayni yazıları ihtiva ettiğini görerek müsadere etmiş ve satıcılarla birlikte nöbetçi müdürlügüne ve geregi yapılmak üzerede şube 1. müdürlüğü nöbetçi komiserligine kağıtlarla satıcılar birlikte teslim edilmiştir. Bilgi olarak saygılarımla arzederim. Doğanbeymerkezi em.A. Nedim Güven"

        REKLAM

        ***

        İKİ TAVSİYE

        Yaşadığımız günlerin sorunlarına da parmak basan gerilimli öyküler yazmış Mine Söğüt; altına da “Büyük Küfür Kitabı” demiş. Altar Kaplan’sa bir savaş hikâyesi anlatıyor; hiç tanımadıkları insanları öldüren başka insanların hikâyesini...

        Gergedan-Mine Söğüt (YKY)

        İki Nehir Arası-Altar Kaplan (Alfa)

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar