Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Otomobiller hakkında yazmaya başladığım ilk yıllarda Türkiye bugünkünden daha farklıydı. İthal otomobiller yurtdışında yaşayan işçilerin naklihane haklarıyla getirilir, lüks bir Alman otomobiline karşılık, mutena semtlerde iyi bir daire alınabilirdi.

        Otomobil Almanya’dan eliptik gümrük plakasıyla yola çıkar, Türkiye’ye geldiğinde gümrüğe teslim edilir, sonra ederinin yüzde 150’si kadar gümrük vergisi Merkez Bankası’na yatırılır ve ithal edilirdi.

        Bu naklihane hakkına da “permi” denirdi, yani bir tür yazılı izin belgesi. İstanbul Sirkeci’de bu izin belgesinin ticareti yapılırdı. Gurbetçiler birkaç yılda bir elde ettikleri bu hakkı satar, memleketlerinde çoluk çocuk okutup ana babalarına destek olurlardı.

        Yine Sirkeci’de Türkiye’de üretilen otomobillerin de ticareti yapılırdı. Çünkü o yıllarda memleketin üç fabrikasından “yerli” otomobil alabilmek de peri padişahının kızını almak kadar zordu. Fabrikaya para yatırılır, altı ay beklenirdi. Bugün 30’larında olan kuşağın aklının ermeyeceği kadar yüksek enflasyon ve Kıbrıs Barış Harekâtı’nın bedelinin ödendiği dönemlerdi. Yağ, benzin, tüp gaz, elektrik yoktu çünkü, ambargo vardı.

        İşte bu dönemde birtakım paralı zevat, otomobil dahil az bulunan bu şeyleri fabrikalardan alır, üzerine kendi fahiş kârını koyar el altından satardı.

        Bugün çok tartışılan Motorlu Taşıtlar Vergisi o yıllarda otomobilin ağırlığına göre ödenirdi. Devlet açısından belli bir mantığı da vardı. Sonra hafif Japon otomobilleri çıkınca bu hesap da bozuldu tabii.

        Sözün özü Türkiye 40-50 yıldır otomobille ilgili meselesini bir türlü çözemedi. İthalat engelliyken de serbest kaldığında da yerli de sıra beklenirken de yerli araç bollaşınca da fiyatlandırma da vergi de hep kafa karıştırdı. Ama bu durumdan yıllardır şikâyetten vazgeçmeyen halkımız da yıllık büyüklüğü bir zamanlar 100 bin adetlerin altına düşmüş olan pazarı söylene söylene 1 milyon adetlere getirdi.

        Otomobile ulaşmak her dönem problemli olunca da otomobil ülkemizde “buldumcuk” oldu. Bizim şımarık trafiğimizin başta gelen sebeplerinden biri de budur bana sorarsanız.

        Başlıkta yazdığım ama yazının sonuna bıraktığım çaresi bir türlü bulunamayan diğer konu da üniversite eğitimidir. Tıpkı otomobil vergileri gibi girip çıkma şartı sürekli değişir ve tıpkı trafiğimiz gibi saçma sapan bir sonuç doğurur. Tek hedefi sınav geçmek olan pek çok genç meslek okuluna gidip hem kendilerine hem memlekete daha faydalı olabilecekken, ya sırf “hurda olsun, bemeve olsun” kafasındaki babalarını memnun etmek büyük ölçüde de kendilerine başka bir seçenek sunulmadığı için adını bile girdikten sonra öğrendikleri bölümlere girip işsiz kalırlar.

        Hal böyle olunca da memlekette araçlar hurda ama havalı, üniversiteli işgücü de eğitimli ama cahil oluyor işte.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar