Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı görevinden istifa eden Tümamiral Cihat Yaycı hakkında son bir yılda birkaç yazı yazdım. Türkiye ile Libya arasında imzalanan mutabakattaki rolüne dikkat çektim. Kitaplarını hem köşemde hem de BloombergHT’de rutin katıldığım programda da tanıttım. Sadece tanıtmakla kalmadım Doğu Akdeniz ve Ege’deki sorunlara ilgi gösteren, “Mavi Vatan” kavramını merak eden, Libya ile yaptığımız anlaşmanın derinliğini daha iyi anlamak isteyen ve Boğazlar meselesinde Türkiye’nin nasıl çok daha farklı kazanımlar elde edeceğini öğrenmek isteyen çevremdeki tanıdıklarıma da dağıtarak okunmasını sağladım.

        Şu an masamda sürekli olarak 4 kitabı bir başucu eseri gibi yer alıyor. Özellikle Doğu Akdeniz’deki enerji tartışmalarını yazarken mutlaka göz atıyorum. Açıkçası böylesine dolu bir akademisyen, araştırmacı amiralimiz olduğu için mutluyum. Elbette böyle bir amiralin kitaplarından ve kendinden övgüyle bahsedilir, eserlerinin tanınması, düşüncelerinin yaygınlaşması için çalışılır. Üstelik kitaplarının gelirlerini de Deniz Müzesi’ne bağışladığını öğrenince onu da yazmış, yeni, kalıcı eserlerin ortaya çıkmasına vesile olduğuna dikkat çekmiştim.

        REKLAM

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın henüz genç diyebileceğim yaştaki Cihat Yaycı’yı takdir ettiği gibi ben de kendi çapımda amiralimize teşekkürlerimi sunma, çalışmalarına destek olma adına çaba gösterdim. Devletimizin Yaycı’dan başka makam ve konumlarda önümüzdeki yıllarda daha çok istifade edeceğini de söyleyebilirim. Şu an yaşananları bir yol kazası, meyve veren ağacın taşlanması şeklinde yorumlamak en doğrusu. Keşke olmasaydı. Tatsız şekilde görev değişikliği yaşanmasaydı. Gururu incinmiş bir amiralin istifasına şahit olmasaydık, iyi olurdu. Ama oldu.

        Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan, övdüğü, takdir ettiği Tümamiral Yaycı hakkındaki kararnameyi neden imzaladı? Niçin savunmadı, korumadı? Gündemde ismi öne çıkan bir amiralin istifası olunca herkes yorum yapıyor. Gelişen hadiseler üzerine daha önce neredeyse Cihat Yaycı’nın adını hiç duymamış, hatta biraz araştırarak ancak bir kitabının ismini öğrenebilmiş meslektaşlarım ipe sapa gelmez yorumlar yaptı, yapıyor. Halbuki Milli Savunma Bakanlığı ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı arasındaki bu tartışma epeydir var ve biliniyor.

        Çalıştığınız şirket veya kurumdaki hiyerarşi içinde benzer mevkilerde olanlar arasındaki tartışmaları düşünün. En tepedeki yönetimin nasıl karar alacağını, tercihlerini bir yorumlayın. Milli Savunma Bakanlığı Suriye’de, Doğu Akdeniz’de, Libya’da ve yurt içinde çeşitli mücadeleler veriyor. Ama bir yandan da böyle bir tartışmanın parçası oluyor. Cumhurbaşkanı, mevcut yürütülen işlerde bakanlığın motivasyonunu bozmamak, hiyerarşiye bu aşamada müdahil olmamak için kararnameye imza atıyor. Zaten kararname metnine bile detaylı bakınca yeterince ipucu görebilirsiniz. Dolayısıyla ortaya çıkan tartışma sonrası gelen istifa, yeni ve güçlü bir başlangıca kapı da aralayabilir. Bir süre sonra farklı bir kararname de okuyabiliriz. Sabretmek gerekir.

        Bilimin, araştırmanın, beyin terletmenin ne denli önemli olduğunu, ülkemizin de bulunduğu coğrafyada savunma ve beka meselesinde bunlara ne kadar ihtiyaç duyduğunu Cihat Yaycı’nın ortaya koyduğu “Mavi Vatan” çalışmalarıyla daha iyi idrak ettik. Doğu Akdeniz’deki tehlikeyi bu bakış açısıyla 10 yıl önce anlayabilseydik, bugün yaşadığımız, tartıştığımız meseleler yerine bambaşka şeyler konuşuyor olacaktık. Bu sebeple Cihat Yaycı ismi, okuma yazmasını bilen, ülke sevdası olan aklı başındaki gazeteci, akademisyen, sivil ve asker bürokratlar tarafından çok iyi takip ediliyor. Sık sık anılıyor, referans veriliyor. Bu durum maalesef Milli Savunma Bakanlığı’nda farklı şekilde malzeme edildi. Üzerine de başka şeyler eklenince mevzu bambaşka bir boyut kazandı.

        REKLAM

        Şu an Ege’de Yunanistan ile öncekilerine benzemeyen sessiz bir tartışma yaşıyoruz. Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar (EGAYDAAK) sorunu ve beraberinde ortaya çıkan kıta sahanlığı, adaların silahlandırılması, hava sahası vb. problemler gündemde. İlk defa da elimizde uluslararası mevzuatlara göre üzerinde detaylıca çalışılarak Türkiye’nin yetki ve haklarının sınırlarının çizildiği bir başucu kaynağı var. Her türlü meşru taleplerimizle Yunanistan’ı köşeye sıkıştıracağımız bir atmosfere girdik. Mesela bu yazıyı yazarken, gelişen tartışmalar ışığında ne gibi haklarımız olduğunu daha net bildiğimizden iki adet Bayraktar İHA Ege Denizi üzerinde uçuyordu.

        Ada, adacık ve kayalıklara kendi malıymış gibi konuşlanan, adaları anlaşmalara aykırı bir şekilde kafasına göre silahlandıran komşuda, Cihat Yaycı’nın son kitabı “Yunanistan Talepleri (Ege Sorunları)” sebebiyle ciddi tartışmalar oluyor. Ege adalarının hukuki statüsü Yaycı’nın araştırmalarıyla yeniden Türkiye lehine şekilleniyor. Yaklaşık bir ay önce bu konuyu da yazmıştım. Libya Anlaşması’nın travmasını henüz atlatamamış Yunanistan şimdi Akdeniz’i unutup Ege meselesinin peşine düşmüş durumda.

        Son not;

        Cihat Yaycı’nın yaptığı araştırmalar ve ortaya koyduğu stratejik fikirlerle Türkiye’ye kazanımlar sağlaması nedense içeriden ve dışarıdan birilerini rahatsız ediyor. Çekemeyenler oluyor. Şu ana kadar pek dile getirilmeyen bir hususa daha vurgu yapayım. Dışişleri Bakanlığı’nda da Libya-Türkiye mutabakatından, Doğu Akdeniz’de atılımlardan, “Mavi Vatan” sınırlarımızın yeniden çizilmesinden mutlu olmayan, hatta eleştiren önemli isimler var. Benzer bakış açısına Milli Savunma Bakanlığı’nda da sahip olanlar söz konusu. Türkiye’nin ortaklık yaptığı paktlardan gelen eleştirilere kulak kabartanlar ve bu paktların çizdiği sınırları ülkemizden önden tutanlar oluyor. Bu tartışmalara bir de bu gözle bakın derim...

        Yazı Boyutu

        Raylı sistem raydan çıkmasın!

        Koronavirüsle birlikte birçok sektör korunma altına alındı, desteklendi. Ancak bazıları ise şansızlığa uğradı. Çünkü sektör tanımları içinde yer alabilmeleri için özel bir ilgiye ihtiyaçları vardı, ama unutuldu. Milli raylı sistem sektörü Türkiye’de daha henüz yolunda başında. Yüksek teknoloji gerektiren, ülkemize ciddi katma değer sağlayacak bir sektör. Hem katma değer sağlayacak, hem de dış ticaret açığına ciddi etkileri olacak bir sektörden bahsediyorum. Eğer böyle bir sektörünüz varsa yurt dışından bu ürünleri almak yerine değerli ürün ihracat eden ülke olursunuz. Raylı sistemlere dikkat çekmek istiyorum.

        Yerli ve milli raylı sistem araç ve komponent üreticilerinin 30 milyar Dolarlık pazarda söz sahibi olabilmesi bu sıkıntılı günleri iyi atlatması, yara almaması gerekiyor. Bunun için de ‘Stratejik Sektör Statüsü’ne getirilmesi şart görünüyor. Zira benzer sektörler aynı konumda. Aynı zamanda savunma sanayiinde olduğu gibi ihalelerinin de döviz bazlı olması icap ediyor. Zira araç ve komponent parçalarının yurt içi ve yurt dışı alımları döviz olarak gerçekleştiğinden ödenmelerinin de bu şekilde düzenlenmesi gerekiyor.

        Türkiye’de yeni kökleşmeye başlayan raylı sistem sektörünün büyümesi ve ihracaat yapabilmesi için yurt içi ihalelerde milli ve yerli şirketlere uygulanan yüzde 15 fiyat farkının tanınması önemli bir kazanım sağlayacaktır. Çin, Güney Kore ve birçok Batılı ülkede olduğu üzere öncelikli ve korumalı sektör statüsüne alınması halinde küresel ölçekte Türkiye’yi bu alanda öne çıkarma şansı yakalanacaktır.

        Tabii öncelikle şu günlerde sektörün asıl meselesine eğilmek gerekiyor. Covid-19 salgını etkisi dikkat alınarak bugünlerde ve önümüzdeki aylarda sektöre özel ilgi gerekiyor. Aksi halde bu satırlar boşuna yazılmış olacaktır. Çünkü büyümeye çalışan sektörü ve şirketlerimizi kaybetme riski var. Raylı sistem sektöründe zaten yabancı şirketler ağırlıkta, bu defa tamamen kontrolü ele alırlar. Hatırlatmış olayım...

        İlave gümrük vergileri

        Gümrük vergilerinin yükseltilmesinde ikinci dalga artışlar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla Resmi Gazete'de yer aldı. İthalat Rejimi Kararı çerçevesinde 800'den fazla ürünün ithalatından ilave gümrük vergisi alınacak. Uzun bir zaman dilimi söz konusu değil. Yüzde 30 oranındaki ilave gümrük vergisi 30 Eylül’e kadar sürecek. 1 Ekim’de yüzde 10 olarak uygulanacak. Keşke bu düzenlemelere gümrüklerdeki geçici depo ücretleri, fahiş ordino bedelleri de eklenmiş olsaydı. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan gümrük uygulamaları bizim ülkemizde ithal ürünler üzerinde gerçekleşiyor. 2 bin TL’lik ve 5 cm’lik bir ürünün 2 gün depoda bilinçli bekletilmesinin bedeli 500-600 TL. Bir konteynerle gelen yaklaşık 7 bin dolarlık ithal ürünü çekebilmeniz için limanlarda şirketlerden 2500-3000 bin Dolar ordino bedeli istendiği oluyor. Türkiye’de dış ticaretin önündeki en büyük iki engel; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) bu hususlara eğilmiyor, eğilmez. Ama Ticaret Bakanlığı’nın ithal ürün nakliyesinde ordino, antrepo, geçici depo adı altında Türk iş dünyasına kesilen yıllık yaklaşık 4 milyar Dolar haraç için bir şeyler yapması gerekmez mi?

        Diğer Yazılar