Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çarşamba günü Beyrut Limanı’nda amonyum nitrat dolu depoların patlaması ile birlikte ortaya çıkan manzara hepimizi derinden yaraladı. Lübnanlı yazar Amin Maalouf’un hikayelerinde ilham aldığı Beyrut’tan ölüm haberleri geldikçe, 15 yıl aralıksız iç savaş yaşamış bir ülkenin yine aynı girdaba sürüklenip sürüklenmeyeceği endişesini yaşamaya başladık.

        Ortadoğu’da geçirdiğim yıllar bana öğretti ki Beyrut Ortadoğu’da toplumsal barış ve siyasette önemli bir kavşak. Bölgenin tüm renkleri, kültürleri, mezhepleri burada birlikte yaşıyor.

        Ve Beyrut yanarsa doğu ile batı arasındaki bağ kopar, hepimizin yüreği yanar. (Böyle bir diğer kavşak da Kerkük’tür ancak başka bir yazı konusudur.)

        Bu kopuş ve ateş bölgede başka yıkımları mutlaka tetikleyecektir.

        Beyrut’taki patlamanın hemen ardından, ülkedeki durumun bundan sonraki ahvalini daha iyi anlamak ve kafamı sakinleştirmek için Lübnanlı sanatçı İbrahim Maalouf’un Beyrut’unu dinledim.

        Düşündüm…

        Yıllardır savaş yorgunu bir şehir Beyrut…

        Bir daha kendine gelebilecek mi?

        İşte bu belirsiz…

        Ama dürüst bir öngörü yapacak olursak aslında çok zor. Zira ülke zaten kendi içinde mücadeleler ve bölünmüşlüklerle yönetilmeye çalışılıyor.

        En kritik mevzu ise Lübnan’ın artık İsrail-Lübnan, İsrail-Filistin ve Suriye iç savaşlarının silah deposu haline dönüşmesi…

        REKLAM

        Lübnan, tarihi misyonu ve yetiştirdiği aydınları ile Ortadoğu’nun cazibe merkezi ve beyni oldu.

        Amin Maalouf’un romanlarından bir şeyler yazmadan ve onu anmadan geçmek olmazdı elbette.

        Anlattığı hikayeler ve yaşanmışlıklar Beyrut’un kendisi adeta… “Doğu’nun Limanlarını” okuyan herkes Beyrut’a meftundur, gitmese bile…

        Misal, “Ölümcül Kimlikler” isimli kitabında geçen “Bir insanın kimliği birbirinden bağımsız aidiyetlerin yan yana gelmesiyle oluşmuş bir yamalı bohça değil, gerilmiş deri üzerine çizilmiş bir desendir. Bir aidiyete dokunduğunuzda tüm beden titrer” şeklindeki ifade ne kadar da güzeldir.

        Beyrut, önemli bir geçiş noktası olduğu için birçok farklı halkı ve etnik grubu da içinde barındırıyor. Adeta ‘yaralı kimlikler’in yurdu olmuş durumda.

        On sekiz inanç ve beşten fazla etnik kimliğin yaşadığı Beyrut’ta iç savaştan kalma bir ‘tedbir’ olsa gerek ki buna göre herkesin sınırı, mahallesi ve gidebileceği alanlar bellidir. Kimse kimsenin alanına müdahale etmiyor. Uzun iç savaş yıllarından sonra siyaseten paylaşılan ülke aynı zamandan mekânsal olarak da paylaşılmış.

        Doğusunda yoğunlukta Hıristiyanlar, batısında ise Müslümanlar ağırlıkta yaşıyor.

        Ama Lübnanlılar artık eskisi gibi kaynaşamıyor…

        En az 135 kişinin hayatını kaybettiği, üç binden fazla kişinin yaralandığı ve yüzden fazla insanın kaybolduğu patlamaya dönecek olursak, sebep olarak 2 bin 750 ton amonyum nitrat gösteriliyor. Liman yetkilileri söz konusu maddenin 2014’te gümrük yetkililerinin el koymasından bu yana limandaki bir depoda tutulduğunu ifade ediyor.

        Buradan bakınca, Lübnan’da şok hissinin yerini tehlikeli kimyasalların altı yıldır limanda denetimsiz bir şekilde durmasına izin veren beceriksizlik ve yolsuzluğa duyulan öfkeye bıraktığı söylenebilir.

        REKLAM

        Lübnan’a ilk gittiğimde, 2002’de, yaralarını sarmaya çalışan ve sokaklarında Arap pop kültürünün önemli isimlerinden Nancy Ajram’ın şarkıları dinlenen bir ülkeydi. Ama siyasallaşan Hizbullah’ın derin etkileri sadece ülke içinde değil, etrafındaki ülkeleri de kontrol eder hale geldi.

        Beyrut Limanı’ndaki depolar o zaman önemli bir detay olarak biz gazeteciler arasında konuşuluyordu zira buraya “Portallah” deniliyordu.

        Neye göre söyleniyordu bu?

        Beyrut limanının giriş kayıtlarına göre. Ama o limanın bir kısmı yani Portallah tarafı zaten tek giriş kayıtlı bir liman. Çıkış kaydı yok.

        Yani mal ya da ürün oraya girdikten sonra limandan kayıtsız çıkarılıp sadece Hizbullahçıların çalıştığı tırlar ile Şam’a veya İsrail sınırına sevk ediliyordu. Kısaca “Hizbullah’ın limanı” muamelesi yapılıyordu.

        Buradan bakınca, patlama sonrası İsrail’den ve Hizbullah’tan gelen açıklamalar bir biri ile örtüşüyor. Zira İsrail’in bir saldırısının söz konusu olmadığını iddia ederken, Hizbullah da kendilerine yönelik bir saldırının olmadığını ifade ediyor.

        Klasik Ortadoğu siyaseti.

        İnkar yoluyla İsrail tepkileri üzerine çekmeden işin içinden sıyrılmaya çalışıyor.

        Hizbullah ise prestij kaybına uğramıyor…

        Ama insan şunu sormadan edemiyor. Lübnan’ın bir başından öbürüne dört saatte gidebilirsiniz. Burada ne kadar tarım arazisi var ki 2 bin 700 ton amonyum nitrata ihtiyaç duyarsınız?

        Ayrıca bu kadar kimyasal 2014 yılından bugüne neden ve kim için antrepolarda bekletilir?

        Biz soraduralım neticede hem Hizbullah hem de İsrail’in arzu ettiği bir tablo ortaya çıktı.

        Ancak kaynaklarımdan aldığım bilgiye göre bu yüklü amonyum nitrat 2014’te değil 2020 yılına limana getirilmiş. Kimyasalın Güney Afrika’dan geçtiğimiz mart ayında satın alındığı ve 3 Haziran’da yola çıkışından buyana yakın takibe alındığı belirtiliyor.

        REKLAM

        Ancak İran’ın Lübnan’daki uzantısı ve artık siyasallaşmış bir yapı olarak Hizbullah da zararda gözükse de kendine bir meşruiyet alanı açıyor. Şii nüfus Lübnan’da çoğunluk olmasa da Hizbullah mevcut koalisyonun büyük ortağı. Üstelik 2007’deki savaş sırasında İsrail’e karşı “zafer” kazanan Hizbullah Sünni ülkelerin de desteğini almış, meşruiyet kazanmıştı. Beyrut Limanı patlaması Lübnan’a genel olarak zarar verse de Hizbullah’ın gücünü konsolide etmesine yardımcı olacak bir kriz olarak karşımıza çıkıyor.

        Aslında bu patlama, Lübnan’da şu anda yanlış giden her şeyin bir özeti gibi görünüyor: Zayıf bir devlet, beceriksiz bir hükümet, yolsuzluğa batmış yetkililer ve birçoğuna göre limanı kaçakçılık operasyonları için kullanan başka Lübnanlı grupların yanı sıra güçlü Hizbullah hareketinin idaresindeki bir paralel devletin varlığı…

        İş böyleyken ve dünya genelinde ülkeler yardım teklifinde bulunurken Türkiye, bölgeye en hızlı şeklide yardımları ulaştırdı ve AFAD arama faaliyetlerine başladı.

        Ankara bir kez daha dayanışma diplomasisini hızlı bir şekilde çalıştırdı. Ancak bizden de mutlaka üst seviyede bir ziyaretin gerçekleşmesi şık olacaktır.

        Fransa Cumhurbaşkanı Macron Lübnan’ı ziyaret etti Fransa'nın tam 100 yıl önce Lübnan'da kurduğu mezhep ve dini kimliğe dayalı siyasi sistem ülkenin çıkmazlarına, iç savaşlarına sebep olan en önemli sorun.

        Macron'un gelişiyle eş zamanlı olarak, "Lübnan yeniden Fransız mandası altına girsin" kampanyası başlatıldı. 36 binden fazla Lübnanlı kampanyaya imza verdi.

        Ve 100 yıl sonra Lübnan'dan reform talebinde bulunmakla birlikte yine rejim değiştirme kudretini Fransa kendinde görüyor!

        Hep diyorum, Avrupa Birliği bir olmak için II. Dünya Savaşı’nın hesaplarını kapattı ama I. Dünya Savaşı’nın hesabı hala açık.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar