Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Röportajlar Şevval Sam: Eleştiriyle beli bükülen, iltifatla başı dönen biri değilim - Magazin haberleri

        'Projelerin Sanatçısı', Şevval Sam, yine özel bir konseptle bu akşam Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda müzikseverlerle buluşacak.

        Vigor Kültür Sanat organizasyonuyla sahneye çıkacak olan sanatçının özel senfonik konseri ‘Aşkı Bulacaksın’ adını taşıyor. Şef İbrahim Yazıcı yönetiminde, elli kişilik Pera Filarmoni Orkestrası’nın eşlik edeceği konserde Şevval Sam; müzikseverlerin karşısına Akdeniz’den Karadeniz’e, tangolardan, Türk valslerine kadar uzanan, farklı dillerdeki ortak ve zamansız şarkılarla çıkacak.

        Şevval Sam, bu özel konser öncesinde Habertürk HT Stüdyo'da Mehmet Çalışkan'ın; kariyeri, hayatı, arzuları, hayalleriyle ilgili sorularını cevapladı.

        "İSTANBULLU DİNLEYİCİLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİK"

        • Şevval Hanım, 'Şevval Sam Pera Filarmoni Orkestrası' işbirliğiyle bu akşam sahneye çıkacağınız yeni projeniz 'Aşkı Bulacaksın'' konserinden söz edebilir misiniz?

        Tabii… Bu konsepti, geçen yıl Olten Filarmoni Orkestrası ile İzmir’de sahneye koymuştuk. Bütün repertuvarı ve adını benim belirlediğim ve daha çok benim oluşturduğum çok da keyifli bir konser olmuştu. Biraz tadı damağımızda kalmıştı. Yine şefimiz İbrahim Yazıcı ile birlikte İstanbul'da bunu deneyimlemek ve İstanbullu dinleyicilerle paylaşmak istedik. O yüzden bu sefer de Pera Filarmoni Orkestrası ile bir araya geldik.

        "SEVMENİN ASLINDA ÇOK YÜKSEK VE TANRISAL BİR ENERJİ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM"

        • Adı; neden ‘Aşkı Bulacaksın’ oldu, hikâyesi nedir?

        Sevmenin aslında çok yüksek ve tanrısal bir enerji olduğunu, yüksek bir rezonans olduğunu ve her zaman koşulsuz sevmenin insanları dönüştürebileceğini düşünüyorum. Sadece insanın değil, bütün varlıkları aslında dönüştürebileceğini ve değiştirebileceğini, iyileştirebileceğini düşünüyorum. O yüzden aşka dair yazılmış şarkılarda aşkı tekrardan anlamak, tekrardan içselleştirmek, hatırlamak, aşkın kıymetini bilmek adına konseptin adını ‘Aşkı Bulacaksın’ koyduk. Aslında biraz bu, biraz da şuradan başladı; “Böyle bir güzel orkestrayla bir araya geliyorsak her zaman söylemediğimiz şarkıları söylemeliyiz” dedik. Önce ortak şarkılar olsun istedik. Çünkü bir çeşit aşk, bir çeşit sevgi. Çünkü halkların birbirini sevmesi, farklı dillerde ortak şarkılar olması yine aşkı anlatıyor. ''Gigi l'amoroso'' diye bir şarkının İtalyancası, Fransızcası ve Türkçesi olduğunu görünce; Türkçesi de Tanju Okan'ın söylediği ‘Aşkı Bulacaksın’ haliydi. Üçünü bir araya getirerek konserin ismini 'Aşkı Bulacaksın' koymaya karar verdik. Son zamanlarda bir sürü proje oldu. Bu konserde yine az önce söylediğim gibi her zaman söyleme şansım olmadığı bazı şarkıları söylemek istedim. Mesela Türk valslarını, tangolarını… Kendi bestelerimi daha önce hiç kimsenin bir yerde dinlemediği, herhangi bir yerde kaydı olmayan yeni bestelerim… Ege'nin iki yakasından ortak şarkılar, Karadeniz'den ortak şarkılar, sevmeye ve aşka dair ilk anda aklımıza gelen bütün şarkıları bir araya getirdik ve 'Aşkı Bulacaksın' repertuvarı oluştu.

        REKLAM

        "YENİ BİR ŞARKIMI DA SAHNEYE KOYUYORUM"

        • O zaman ilk kez dinleyeceğimiz şarkılar da var...

        Geçen yıl ilk kez Olten Filarmoni Orkestrası ile birlikte söylemiştim ama ama İstanbul dinleyicisi canlı canlı ilk kez dinleyecek. Yeni bir şarkımı da sahneye koyuyorum; 'Ellerin İlkbahardı' diye bir şarkı... ‘Gül Güzeli’ni söyleyeceğim, sonra 'Por Una Cabeza' diye bir tango eserine söz yazmıştım; ‘Bozcaada’ diye… Onu da söyleyeceğim. Sahnede normal bizim halk konseri konseptimizde, böyle büyük konserlerimizde bu şarkıları özlüyorum. Çünkü daha çok eğlence üzerine kuruluyor. “Hep beraber eğlenelim, birlikte şarkı söyleyelim” amacıyla konser yapıyoruz. Hele ki pandemiden sonra o içimizdeki sıkıntıyı atmak için daha çok neşeye ihtiyaç duyduk. O yüzden canlı ve neşeli şarkılar olsun istedik. Fakat böyle konserlerde de Tarkan'ın en sevdiğim şarkısı olan ve bence aşkı en güzel anlatan 'Beni Anlama'yı ilk kez söyleyeceğim. ‘Aşk incelik ister. Hoyrat olma’… Kendi içinde o kadar gizli bir şifresi var ki bu şarkının… Onu senfoni orkestrasıyla söylemeyi çok istedim. Çünkü onun çok muhteşem de bir düzenlemesi var; senfonik bir düzenleme. Onu sahnede birebir deneyimlemek istediğim için bu repertuvara kattım.

        • Pandemiden önce de kültürel faaliyetlere eğilimin arttığını gözlemliyorduk. Pandemi sonrası o eğilim bir hayli arttı. Sizce bunun ana nedeni nedir?

        Hayatta bazı şeyleri elimizden kaçırmadan kıymetini anlamıyoruz. Bence toplum olarak böyle bir deneyim yaşamış olmamızdan. Dünya genelinde böyle bir deneyim yaşandı. “Ya boş ver, bugün gitmeyiz de yarın gideriz” yerine “Bir an önce açılsa da sinemaya gitsek ya da konsere gitsek'' demeye başladık. O zaman aslında bizim elimizde şahane bir şey varmış da biz kıymetini bilmiyormuşuz gibi bir anlayış gelişti. Bazen böyle bir süreç geçirilmiş olması insanlar için çok hayırlı olabiliyor. Çünkü farkındalık yaratıyor. Bundan sonrasında da, özellikle pandemiden sonra konserler, tiyatro oyunları arttı ama sinemalar hâlâ eskisi gibi değil.

        REKLAM

        "ÇÜNKÜ O DÖNEMDE YAPACAK DAHA İYİ BİR ŞEY YOKTU"

        • Sinemaya çok fazla film çekilemediği için. Bunda da elbette dijital platformların da etkisi oldu.

        Bence dijital platformların çok etkisi oldu. Çünkü o dönemde yapacak daha iyi bir şey yoktu. İnsanlar, bütün filmleri izledi. Hani “Ben dizi izlemem, yerli dizi hiç izlemem” diyenler bile mesela benim oynadığım ‘Yasak Elma’yı izledi. Diğerlerini de izledi…

        "HİÇ SIKILMADIM YAZDIM ÇİZDİM"

        • Belki de izleme doyumu yaşandığı için sinema gişeleri düştü ama o da zamanla toparlayacaktır diye düşünüyorum.

        Evet, zannediyorum aralarından çok iyi olan filmler sıyrılacak. İnsanın başına her zaman her şey

        gelebilir... Yalnız kalabilir, yakınlarını kaybedebilir, servetini kaybedebilir. Aslında pandemi bunlar adına ve sahip olunanın kıymetini bilme adına bilgi edinme, bilinçlenme süreciydi. Ben hiç

        sıkılmadım, yapacak çok şeyim vardı. Yazdım, çizdim, diziyi çekmeye devam ettik. Konserleri çok özledik ama kendi başımıza düşünmek için fırsatımız oldu. Hep kendimizi oyalamak yerine biraz geliştirdik de… Çoğu insan, tekrar kitap okumaya döndü. İşin en kritik tarafı tabii ki sağlıkla ilgili olmasıydı. Evlerine ateş düşen insanlar da oldu maalesef. Bir daha öyle bir şey yaşanmasını istemem.

        REKLAM

        "İNSANLARA YENİ BİR KONFOR ALANI AÇTIĞIMI DÜŞÜNÜYORUM"

        • Sizin kariyerinize bakacak olursak 15 albüm, 6 tekli, 3 konuk olduğunuz albüm, 9 sinema filmi, 18 dizi ve bir de tiyatro oyunu var.

        Şimdi de ‘Rock’ı Severiz’ diye bir albüm hazırlamaya başladım. İlk dört şarkısını yayınladık. Rock şarkılarını ince saz formu denilen kanun, keman, klarnet ve ritimden oluşan, bizim en aşina olduğumuz soundda söylemeyi ve en minimal haliyle yeniden yorumlamaya ve deneyimlemeye karar verdim. Haziran'da ilk dört şarkıyı yayınladık. Bunun biri tabii ki ikonik bir şarkı olan Mor ve Ötesi'nin ‘Bir Derdim Var’ı, Duman'ın ‘Aman Aman’ı, Yüksek Sadakat'in ‘Haydi Gel İçelim’i Var. Bir tane de babalardan olsun dedik; Barış Manço ve Ahmet Güvenç imzası taşıyan ‘Gülpembe’... Bu şarkıları alıştığımız dinleme formlarından çıkarıp bambaşka bir formda yeniden deneyimledik. Tabii ki burada alışkanlıkları yıkan bir durum var. İnsanların bir şarkıyı hep aynı şekilde dinlemesi bir konfor alanı yaratıyor. Ben o konfor alanını biraz yıktım ama çok emek verdik. Albümü çok keyif alarak yaptık ve yapmaya da devam ediyoruz. İnsanlara yeni bir konfor alanı açtığımı düşünüyorum.

        • İzin alma sürecinde neler yaşıyorsunuz, zorlanıyor musunuz?

        “Eyvah, bu şarkıları söylemek istiyorum ama hani vermezlerse ne yaparım” diye düşünüyordum. Ya da “Sahnede belki söylerim de albüm olarak çıkarmazsam” diye düşünüyordum. "Söz konusu kişi Şevval ise hiç sıkıntı yok” dediler. Kimi para da almadı? Ahmet Ağabey (Güvenç), “Hiç kimseye vermesem sana kesin veririm. Şarkı senin” dedi. Ahmet Ağabey ile zaten büyük bir aşk yaşıyoruz. O güzel mavi gözlerini o kadar çok seviyorum. Çok tatlı. Ahmet Ağabeyim bir tanedir. Doğukan da (Manço) aynı şeyi söyledi; ''Sen söz konusuysan hiçbir problem yok.'' Ona da Barış Ağabey’den dolayı bir kardeşlik duygusu hissediyorum. Onun yanında Mor ve Ötesi; Harun ve arkadaşlarından bu şarkıyı almak… Beni gerçekten seviyorlarmış. Sevildiğimi anladım ve çok mutlu oldum. Bu durum, Duman ve Yüksek Sadakat için de geçerli. Sonrasında Teoman, Şebnem Ferah ve Cem Karaca şarkısı olacak. Oğlu Emrah (Karaca) “Zevkle, ne demek Şevvalciğim” dedi. Bunlar beni tabii çok mutlu ediyor. Teoman zaten çok tatlı. 'Ne parası? Boş ver'' dedi. Şebnem; o zaten arkadaşım. Onların bu yaklaşımı hiç beklemediğim bir şeydi. Çünkü ben çok sosyal bir yapıya sahip değilim.”Haydi hep beraber yürüyün gidelim, eğleniyoruz” diyebilen biri değilim. Konserlerine gizli gizli giderim. Vallahi sevildiğimi bilmiyordum, seviliyormuşum. Çok mutlu oldum.

        REKLAM

        "KAFAM HİÇ DURMUYOR"

        • Bunca çalışma karşısında neler hissediyorsunuz? Tatminkârlık duygusu ağır basıyor mu yoksa çalışma açlığı devam mı ediyor?

        Kafam hiç durmuyor… Bazen kafamdakileri hayata geçirmek için ömrümün yetip yetmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü geldim elli yaşına…

        • 50 yaş daha ne ki…

        Evet, daha ne ki canım. “Geldim elli yaşına’yı şunun için söylüyorum; “25 yaşındaki gibi performans gösterebilecek miyim?” diye düşünüyorum. Yeni projelerde bu yaşın getirdiği daha olgunluk, hayatı başka türlü algılama ve onun bir tezahürü olacak.

        "ONLARIN BİR KULUÇKA DÖNEMİ VAR"

        • “Rock’ı Severiz”den sonra yeni bir çalışma var mı?

        Bizde bitmez... Var aslında ama şimdi onun için o adımı henüz atmadım. Onların bir kuluçka dönemi var. Şimdi bunun bir tadını çıkarayım, hazzını yaşayayım. En güzeli insanlarla göz göze şarkı söylemek. Ben evde şarkı söyleyemem, tek başına şarkı söyleyemem. Şarkı söyleyeceksem evimde birkaç kişinin kesin olması lazım. Öyle söyleyeceğim ki oradan o enerji bana geri dönecek. Sesim sağlıklı olduğu müddetçe söyleyebildiğim her şeyi söylemek istiyorum. Hepsi bir deneyim. Her şeyi söyleyebilirim iddiasında değilim, bu bir deneyim. O şarkının içine giriyorum ve yıkanmış gibi çıkıyorum.

        REKLAM

        "HAZ VE CAZİBE ALANINA DÖNÜŞTÜRMEYE ÇALIŞIYORUM"

        • İnsanlar çalıştıkça ayakta ve hayatta kalıyor…

        Doğru… İş gibi gördüğüm zamanlar oluyor ama iş gibi görmediğim zamanları artırmak için farklı projeleri yapıyorum. 25 yıldır aynı şarkıları söyleyen insanlar da var. Bazı insanlar öyle daha mutlu oluyor ve kendilerini güvende hissediyorlar. Ben iş gibi görmek istemediğim için sürekli bunu bir haz ve cazibe alanına dönüştürmeye çalışıyorum. Bir grup arkadaşımızla oturup yazlık bir yerde bu konserden konuşuyorduk. Geçen seneki konserin görüntülerini görmek istediler. Ben de o sırada bir yandan şarkının provalarını yapıyordum. Onlara baktım, altı kişi bir yandan şarkıyı söylüyor, bir yandan telefonda konseri izliyorlar. Ben şarkıyı sanki konserdeymiş gibi söylüyordum. Çok keyifliydi. Bunlar hep benim için haz, eğlence ve mutluluk alanı. Kendimi iyileştirdiğimi düşündüğüm alanlar…

        "ELEŞTİRİYLE BELİ BÜKÜLEN İLTİFATLA BAŞI DÖNEN BİRİ DEĞİLİM"

        • Hayatı ve oyunculuğu kırklı yaşlarda daha iyi anladığınızı söylemiştiniz. Bunu biraz açar mısınız? Ne oldu da kırklı yaşlarda daha iyi anladınız? Bir aydınlanma dönemine mi girdiniz yoksa deneyim kazandıkça eskiye bakıp “Şimdi daha iyisini yapıyorum” mu diyorsunuz?

        Hayatım kafa patlatmakla geçti. Bunu çok net söyleyebilirim. Çünkü gençliğime dönmek istemememin en büyük sebeplerinden biri de o soruları bir daha sormayı istememek. ''Neden böyle, bu nasıl, bunun altından nasıl kalkacağım, insan malzemesi nasıl bir malzeme?” gibi… Kendimi, insanı ve hayatı anlamaya çalışmak, hem çok zamanımı aldı hem de yorucu meşakkatli bir süreçti. Oyunculukla; insanı, insan psikolojilerini, hayattan hikâyeleri anlatıyoruz. O hikâyeleri, o olasılıkları, o insan psikolojilerini veya kendinizi tanıma fırsatı buluyorsunuz. Hem de tanıdıkça da neyi nasıl anlatmanız gerektiğini daha iyi anlıyorsunuz. Bu işin eğitimini almadığım için eskiden bir sürü insanın yaptığım işe saygı duymadığı, bayağı belden aşağı vurduğu dönemler oldu. Onları çok umursamadım. Eleştiriyle beli bükülen, iltifatla başı dönen biri değilim. Onların hepsinden daha fazla çalışmış da olabilirim. O yüzden yaş ilerledikçe, hayatı anladıkça oyunculuğu yorumlamam bir insanı anlatmam, bir hikâye anlatmam daha doğru kanallar üzerinden olmaya başladı. O yüzden oyunculuğu yeni öğrendiğimi söylüyorum.

        "SADECE ŞANSIN SİZİ BULMASI YETMİYOR"

        • Oysa ki oyunculuğa ‘Süper Baba' gibi bir diziyle başladınız. Belden aşağı vurmak haksızlık olmuş…

        21 yaşındaydım. Dünyadan haberim yoktu. O hikâyeyi yaşamadan zaten kaçamıyorsunuz. Bütün

        öğrenecekleriniz, o hikaye üzerinden oluyor. Oyunculuk, seçtiğim bir alan değildi. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nde okudum. “Yarın öbür gün bir art direktör mü olurum, reklam ajansı mı açarım, resim mi yaparım?” diye düşünüyordum. Türkiye'deki tabii ki eğitim sisteminin bir çocuğun içinde var olan yeteneği keşfetmesine yardımcı olabilecek bir eğitim sistemi olmadığını o zamanlar bilmiyorduk. Hâlâ biraz öyle. Dolayısıyla ben de bütün çocuklar gibi “Acaba ne yapsam” noktasındaydım. Şans yüzüme şöyle güldü; benim içimde var olan bir potansiyeli açığa çıkarmanın yolu olan bir işle beni bir araya getirdi. “Oyuncu olayım, ünlü olayım, çok para kazanayım” gibi hedefim olmadı. Bunlar, benim için amaç değil, sonuç oldu. Oyunculuk vesile, o yolculuğun aracı oldu. Kendi içsel yolculuğumda müthiş bir rehber oldu. İçsel yolculuğumu her zaman ön plana koydum. Müzik de oyunculuk da bu anlamda rehberim oldu. Mükemmele ulaşmanın peşinde değilim. Doğru anlatmak, kendimi iyileştirmek, hikâyenin içinde yeni hayatlar yaşamanın peşindeyim. İçimdeki yaşam enerjisi de çok iştahlı ve biraz doyumsuz. Bana bir hayat yetmez gibi geliyor. Oyunculukla başka karakterlere girerek paralel evrenlerde birden fazla hayat yaşıyor gibi hissediyorum. Bu açıdan da kendimi çok şanslı hissediyorum. O şansla karşılaştım. Bu hayatta çok önemli. Sadece şansın sizİ bulması yetmiyor, o şansı kullanabilme yeteneğinizin olması lazım.

        REKLAM

        "UCUNDA ÖLÜM OLMAYAN HİÇBİR ŞEYİ KAFAMA TAKMAM"

        • Hayata bir mesleğiniz adına bugüne kadar edindiğiniz en önemli öğreti ne olmuştur?

        Hayatla ilgili en önemli öğretim; ucunda ölüm olmayan hiçbir şeyi kafayı takmamak. Risk yoksa hikâye de yok. Risk alabilen bir yapıyım. Tam bir göz karartmadan söz etmiyorum ama… Tartarım, ölçerim, biçerim ama cesaret gerekiyorsa da gösteririm. Empati duygumun yüksek olduğunu düşünüyorum. Yalnız olmadığımı biliyorum ve bu dünyada yani öyle bir mutlak mutluluk yok. Yani belli bir kaosa aslında herkesin ihtiyacı da var. Öyle bir denge var dünyada… O dengeyi kaçıracak kadar sert deneyimlerin altından kalkmak o kadar kolay değil. Dünya; bir gül bahçesi, ‘lay lay lom’ değil.

        "ÇALIP ÇIRPMAK YÜKTÜR HAFİF OLMAK LAZIM"

        • Özlü sözde olduğu gibi; "Asla mutlak mutluluk yoktur, her mutluluk kendi içinde bir zehir taşır ya da dışarıdan gelen bir zehirle zehirlenir”…

        En büyük mutluluk sağlıklı olmak. Sağlıktan başka hiçbir gerçeklik yok. Birinci derecede mottom; ucunda ölüm olmayan hiçbir şeye çok da kafayı takmamak Çünkü hani o stres; insanı çok hırpalıyor, yıpratıyor, yoruyor ve eskitiyor. Hayattan alıkoyuyor… Bir de bazı yükleri sırtlanmamak gerekiyor. Yalan söylemek, başkasının arkasından konuşmak, çalıp çırpmak yüktür. Hafif olmak lazım.

        "NE YAPARSANIZ KENDİNİZE YAPIYORSUNUZ"

        • Bunları yük olarak düşünecek insanın da vicdanı olması gerekiyor. Hayat size yeterince cömert ve adil davrandı mı? Davranıyor mu?

        Herkese kadar… Sadece burada bunları görmek çok önemli. Yani bakmakla görmek arasındaki fark gibi… Bu evrenin matematik üzerine kurulu olduğunu düşünüyorum. “Ne ekersen onu biçersin” kadar basitten tutun da çok karmaşık kuantumlara kadar olan katman katman bir matematiksel varoluşun içerisindeyiz. Her şey kendi içinizde. Ne yaparsanız aslında kendinize yapıyorsunuz. İyiliği de, kötülüğü de. Güzelliği de çirkinliği de… Mesela bana çok öfke duyan olmuş olabilir. Hani kıskanan, sinirlenen, gıcık olan, nefret eden olmuştur ama ben fark etmediğim için bana hiçbir şey olmadı. Yani o kendi nefreti ve öfkesi içinde kavrulup gitmiş olabilir.

        REKLAM

        "KAPIMIN ÖNÜNÜ TEMİZLİYORUM"

        • En çok nelere / kimlere öfkeleniyorsunuz?

        Şiddet içerikli olan her şeye, şiddet eğilimli olan herkese… Başkasının özgürlüğünü kısıtlamak için kendi var oluşunu zorla empoze eden, baskı haline dönüştüren bütün anlayışlara öfkeleniyorum. Ben yine de kendimden ibaret olduğum için üzerime düşen sorumluluğu hayatla kurduğum bağda yerine getiriyorum. İşte ne bileyim; “Kapımın önünü temizliyorum” gibi düşünün. Ben o şiddetin bir parçası olmuyorum. O öfkenin, o nefretin bir parçası olmamaya çalışıyorum.

        "İŞTE O AN AĞLAMAYA BAŞLIYORUM"

        • Peki bugünlerde en çok neye mutlu oluyorsunuz?

        Gene hep sağlık diyorum, nefes aldığım ve sağlıkla düşünebildiğim, istediğimi yediğim, istediğim gibi yürüyebildiğim, hareket ettiğim her anım mutluluk veriyor. Tabiatta olduğum zaman çok mutlu oluyorum. Küçük detaylar gördüğüm zaman çok mutlu oluyorum. Yolda iki otomobilin durup birbirine ''lütfen siz buyurun diye yol verdiğini görsem, işte o an ağlamaya başlıyorum. Mümkün mertebe yargıları hayatımdan kaldırmaya çalıştım. Canım çok sıkıldığı zaman. “Ne yapalım? 50 yıl sonra yokuz” ya da yani “Bu dünya geçici” diyorum.

        "50 YIL HOP DİYE GEÇİYOR"

        • İnsanın ömrü en iyi ihtimalle 75 – 80 yıl. Bebeklik ve çocukluk dönemi olan 15 yılı ve yaşlılık dönemi olan son 15 yılı çıkarın Geriye 50 yıl kalır. 50 yıl evrenin, dünyanın yaşının yanında ne ki? İnsanoğlu, o 50 yılı neden doğru – dürüst yaşayamaz ki?

        Eğer farkına varmazsanız o 50 yıl da hop diye geçiyor. Zamanı nasıl algıladığınızla o kadar önemli ki… Her şeyin farkına varırsanız çok daha uzun hayatın tadını çıkarmak da mümkün. Eğer tabii ki hayatı güzelleştirmenin yollarını bulabildiyseniz.

        REKLAM

        "EN BÜYÜK FANTAZİM ZAMAN MAKİNESİ"

        • Sizde de oluyor mu? Hani elli yıl sonra olsam da İstanbul'u o halinde görsem duygusu veya buna benzer duygular oluşuyor mu?

        Gelecekle ilgili değil de en büyük fantezim benim zaman makinesi.

        "DAHA BÜYÜK MUTLULUKLARIN OLDUĞU YILLAR"

        • Zaman makinesiyle 1940 – 1950’li yıllara dönmek istediğinizi biliyorum. Neden o yıllar? O yıllarda dünya karışıktı. Hoş, karışık olmadığı bir dönem mi vardı…

        O yılların o görsel zarafetine duyduğum hayranlıktan dolayı. Bugünkü yaşımda her dönemin çok zor, sıkıntılı meşakkatli süreçlerinin içeriklerinin olduğunu ama çok da zarif, çok güzel, kendine has unsurlarının olduğunu anladım. Ben tabii daha güzelliklere odaklı bir yerden bakınca 1940 – 1950’lerin o dönemin kıyafetleri, otomobilleri, adap, insan ilişkileri, oradaki naiflik ve zarafet, şarkıların oya gibi işlenmiş olması, insanların mahcubiyetleri, aşkları, yazdıkları şiirler… Hani böyle "Bu resim çok işte kaç para eder?" diye düşünmeden kendini tezahür ettiren, kendini ifade etmeye çalışan ressamların yaşadığı, bir yerden bir yere gitmenin aslında zor olduğu ama buluşulduğunda daha büyük mutlulukların olduğu yıllar…

        REKLAM

        "İNSAN 90 YAŞINDA DA ÂŞIK OLABİLİR"

        • Sosyal medyanın olmadığı yıllar…

        Tabii… Bunun yanında işte adam kırk yaşında âşık olunca ''Seni teneşir paklar'' diyorlar ya… Kırk ne? Belki 90 yaşında bile âşık olabilir insan. Bugün baktığımda öyle paradokslar var ama güzel unsurları her zaman bir hayranlıkla böyle bir hayal etmişliğim de var. Tam tersini düşünüyorum, 50 yıl sonra İstanbul'u görmeyi muhtemelen istemeyebilirim ama o eski binaların olduğu dönemleri görmeyi çok isterdim. Bu memleket, Çelik Gülersoy'un kıymetini hiç bilmedi. Eğer belediye başkanı olsaydı İstanbul dünya başkenti olurdu. Bence bütün eski yapılar halihazırda muhafaza edilir, korunurdu.Çünkü o müthiş bir İstanbul aşığıydı. Allah rahmet eylesin. Ben on sekiz yaşındayım, o yetmiş sekiz yaşındaydı, dostumdu. Zamansız bir insandı. Yirmili yaşlarımda ilk kendi evime geçtiğimde Rumeli Hisarı'nda bir ev tutmuştum. Orası da eski İstanbul bölgesi ve herhalde o kadar da ilaçlama yoktu o zamanlar. Bir gün hiç unutmuyorum; arka bahçem metruk bir bahçeydi. Böyle seyrek ağaçlar vardı, bazen bir sis iniyordu ve dolunay olduğunda, ağaçların arasından hüzmeler akıyordu. Ateş böcekleri vardı. Ondan sonra bir daha ateş böceği çok görmedim.

        "İYİ GÜN DOSTU OLMAK DA ÖNEMLİ"

        • Sevdiğiniz için en uç noktada neleri göze alırsınız? sizi sevenler için en uç noktada, sizin için ne yapması sizi mutlu eder?

        Sevdiğim insanlar için elimden ne geliyorsa yaparım. Maddi ve manevi elimden gelen her şeyi sevdiğim herkes için yapmaya çalıştım. Araya zaman girse bile kaldığı yerden hiçbir şey olmamış gibi devam etmek ya da yani hiçbir şey olmamış gibi değil de araya zaman girse bile kaldığımız yerden aynı neşeyle devam ettiğim arkadaşlarımı çok seviyorum. Sitem etmeyen, kapris yapmayan, her şeye gülebilenler beni çok mutlu eder. Kendiyle dalga geçebilen, durumun içindeki komediyi görebilen, onunla eğlenebilen, hafif yani böyle yumuşak bir arkadaşlık benim için en kıymetli şey. “Dost, kara günde belli olur” ya, iyi gün dostu olmak diye de bir şey var. Çünkü senin mutluluğunla mutlu olan bir dost gerçek bir dosttur. Benim öyle birkaç tane çekirdek kadrom var. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Onları, buradan öptüm.

        REKLAM
        ÖNERİLEN VİDEO

        BURÇLAR

        Şurada Paylaş!
        Yazı Boyutu

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ

        Habertürk Anasayfa