Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Ömer Pekin’in sergisi “Prosedürel Gerçeklik” bugün bitiyor

        Mimar babanın mimar oğlu... Başarılarınıza şaşırmamak gerek... HT Cumartesi'nden Çağla Bingöl'ün röportajı...

        Evet mimarinin içine doğdum denebilir. Babam Şevki Pekin, mimarlık konusunda pek çok eser üretti. Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde mimarlık lisans programını tamamlayıp Los Angeles’da Southern California Insitute of Architecture’a giderek yine mimarlık bölümünde lisansüstü eğitimimi tamamladım. Los Angeles beni oldukça etkiledi. Dijital yeniliklerin içerisinde olmak, mimarlığı teknolojinin limitlerine taşımak değerli bir birikim yarattı. Daha sonra Türkiye’ye dönerek büromuzda çalışmaya devam ettim.

        REKLAM

        Mimari ve sanat arasındaki bağları, dijital medyumlar ve yazılım aracılığıyla kuruyorsunuz. Dijital sanat, yeni yeni konumlandırmaya çalıştığımız bir alan, siz çalışmalarınızı nasıl anlatırsınız?

        Dijital sanat türleri 70’lerden beri sanatın içerisinde yer alıyor. İlk başlarda bilgisayardan çıkan datalarla görseller üretmeye başlayan mühendisler, bugün 15 dakikada yaptığımız bir işlem için günlerini harcıyorlardı. Çalışmalarım kendi merakım sonucunda oluşan dijital bilgi birikimimin eseri. Yaptığım çoğu işi kendimce bilgisayarların limitlerini zorlayarak hazırlamaya çalıştım. Bu da dijital tasarım anlayışımı geliştirmemi sağladı. Akademik dünyanın dışına çıkınca, dijital ortamda yaratılan işlerin aslında mimarlık dünyasında giderek hafife alınmaya başladığını hissettim. Bu beni çok etkiledi. Bu düşünce tarzının üstesinden gelmek amacıyla dijital medyumu, bir eseri ortaya koyan yapı malzemesi olarak göstermeye başladım. Yani aslında dijital kavramı benim için bir materyaldir. Buna iyi örnek, yarattığım görseller. Ürettiğim dijital görsellerin pek çoğunu dijital resim olarak adlandırıyorum. Çalışmalarımın tamamını, 2 boyutlu dijital işleri analog materyellerle buluşturmak ve dijitalle analoğun bir sentezini yaratmak üzerine kurguluyorum. Bu kimi zaman bir video, kimi zaman bir heykel, kimi zaman da bir video-mapping veya enstelasyon olarak ortaya çıkabiliyor.

        REKLAM

        Prosedürel Gerçeklik, gerçek hayata nasıl taşınabilir? Bu eseri bir laboratuvar gibi düşünebilir miyiz?

        Kesinlikle! Prosedürel Gerçeklik benim için mimari bir proje, bir deney. 5 adet özgün cam heykelden oluşuyor. Heykellerin hepsinin alüminyum panellerden yapılmış ‘kaideleri’ mevcut. Bu cam heykellere projeksiyon makinesiyle kendi yazılımlarımdan çıkan görselleri yansıttım. Siyahtan kırmızıya, maviye ya da griye geçiş yapıyor. Yarattığım algoritmalarla bu düz rengin dijital ortamdaki yapısını manipüle etmeye başlıyorum. Böylece dijital renkler tıpkı fiziksel boyayı tuvale süzdüğünüzdeki gibi resimsel kalıplar ve biçimler oluşturuyor. Sergi mekânına girdiğinizde devamlı değişen görsellere ek karışık bir ses enstelasyonu sizi karşılıyor. Ses tasarımını arkadaşım Ekin Cengizkan ile hazırladık. Sesler gerek camlara vurarak, gerek diğer perküsyon aletlerini kullanarak ve dijital ortamda manipüle ederek oluşturduğumuz tınılar. Her heykelin kendine özel bir sesi var, her ses ve videonun uzunluğu farklı. Bu nedenle 5 heykelden oluşan “orkestra” her an için farklı bir kompozisyon oluşturuyor. Dijital resimlerim, binalarda görmeye alışık olduğumuz mimari materyallerle birleştiğindeyse ortaya mimari bir yapıt çıkıyor. Renk, piksel, projeksiyon ışını gibi dijital materyallerin cam ve alüminyum gibi materyallerle birleşmesi sonucu ortaya çıkan bir sergi “Prosedürel Gerçeklik”.

        REKLAM

        Dünya çapında bu şekilde (sanattan mimari yapıya evrilen) güzel örnekler var mı?

        Pek çok örnek var tabii ama sanat ve mimariyi birbirinden ayırmak zorlaşıyor. Pek çok mimar sanat üretiyor, kimi zaman sanatçılar da bina. Heykellerin boyutları büyüyüp içine girilebilen birer obje haline döndüklerinde neyin mimari neyin sanat (heykel) olduğunu asla anlayamayacağız. Bir konuşmada bina ile heykeli birbirinden ayıran tek özelliğin pencere olduğunu dinlemiştim. Claes Oldenburg’un Los Angeles’da dürbün şeklinde bir heykeli var, bu heykelin içine de giriliyor. Peki bu bir sanat eseri mi yoksa mimari mi? Ya da Amerika’nın ünlü Özgürlük Anıtı. Cam ya da pencere önemliyse Mısır’daki piramitlerin mimari değil de sanat olması gerekiyor. Çünkü bildiğim kadarıyla pencereleri yok. Bu noktada sanat ve mimari birbirinden ayrılamayan iki alan. Bu birliktelik de aslında çok uzun zamanlardan beri var.

        Şurada Paylaş!
        Yazı Boyutu

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ

        Habertürk Anasayfa