Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Edebiyat Alper Saldıran ilk kitabını anlattı

        Buz gibi bir İstanbul öğleni, Kuzguncuk’tayız. Kuş seslerine, kıraathanenin önünde tavla oynayan amcaların pul sesleri karışıyor. “Kürk Mantolu Madonna”da 5. oyununu oynamış, ilk kitabı “Beyaz odadan Hikâyeler” önceki gün raflardaki yerini almış. Alper Saldıran, buluşacağımız cafenin yanındaki esnaf lokantasında karnını doyurmuş, yanımıza geliyor. Bu arada adım başı esnafla selamlaşıyor. Kuzguncuk’ta yaşadığından herkes birbirini tanıyor, yüzler gülüyor. Saldıran’la başlıyoruz sohbete, yeni kitabını ve oyununu konuşuyoruz. HT Cumartesi'nden Ekin Türkantos'un röportajı...

        Kitap yazmaya nasıl cesaret ettin?

        Valla ilginç oldu, kafamda hiç böyle bir şey yoktu. Bir gün Kara Karga Yayınları’nın sahibi Kutlukhan Perker ile oturuyorduk, “Bir kitap yaz” dedi durup dururken. “Saçmalama, nasıl yazacağım?” dedim. “Konuştuğun gibi yaz” dedi. Bir gün evde sadece içimden geldiği gibi yazmaya başladım ve baktım, oluyor.

        REKLAM

        Ben daha önce yazdıklarının derlenmesi gibi zannetmiştim.

        Hepsi yeni. Okul dönemimde oyun yazmıştım. Ben de şaşkınım açıkçası, şu an önümde durması bile enteresan. Yazdıkça arındığımı fark ettim. Beni başka bir farkındalığa taşıdı, o yüzden devam edeceğim. Terapi gibi oldu, beni sakinleştirdi. Daha çok dinlemeye başladım, eskiden dinlemeyi o kadar iyi bilmiyormuşum.

        Günlük tutar gibi yazmışsın...

        Evet, hikâyenin bir tanesini bir düğünde yazdım. Yazmak üzerine hayata bakmak farklı bir bakış açısı oluşturdu. Notlar alıp onları hikâyeye dönüştürdüm. Kurmaca olan tarafı insanlar ama altındaki gerçek, o an karşılaştığım gerçeğin ta kendisi.

        Peki beyaz oda neresi?

        “Acaba okunur mu, acaba satar mı?” kaygılarından uzak bir yerden yazdım. Bunlar benim içimdeki beyaz odadan çıktı.

        ‘SOHBET EDERKEN YAŞIMIZI UNUTUYORUZ’

        REKLAM

        Kitabı anneannene armağan etmişsin, o senin ilk sırdaşın. En çok anneanneni merak ettim, biraz onu anlatır mısın?

        Anneannem bir üst katımızdaydı. Annem çalıştığı için beni ona bırakırlardı. Ressamdı. Beni ilk sanatla tanıştırandı. O resim yaparken ben de yapardım. Dünya savaşlarını görmüş, hayat tarafından yoğrulmuş, farklı bilgeliği olan bir insandı. Çok temiz, saf, kibar ve zarifti. Çok yaramaz bir çocuktum ama sınırsız şımarıklık hakkım vardı. “Hadi bana biraz eskileri anlat” derdim. Çok şanslıyım ki anneannemin annesi ve babasını da tanıdım. Hayata bakış açımın oluşmasında çok katkısı vardır. Ondan çok şey öğrendim, her zaman saygıyla anıyorum. Onu kaybetmeyi kabullenmek kolay olmadı tabii. Enerjisi içimde var. Bu da çok kıymetli.

        Mustafa Alabora, Aydın Boysan gibi yaşça senden büyük arkadaşların var. Onlara çok danışır mısın?

        Her zaman. Bir insan, farklı bakış açısı demek. Öğrendiğiniz bir şeyi hemen sindiremiyorsunuz. Sağ olsun, onlar deneyimlerini paylaşmaktan çekinmiyor. Ne demişler: “Bin bilsen de bir bilene sor.” Daha sağlam adım atmak adına böyle şeyler yapıyorum. Bu şekilde iletişimlerimde anneannemin de katkısı var çünkü benim ilk arkadaşım yaşı ve deneyimi olan bir insandı. Bu anlamda bu paylaşımlarımız çok özel, çok şahsına münhasır. Onlar da hiçbir zaman elinin tersiyle beni itip “Sen ne bilirsin?” demediler. Sohbet ederken yaşı unutuyoruz.

        REKLAM

        Bu kitabı okuyan seni ne kadar tanır?

        İyi tanır. Kitabın satır aralarında gizliyim.

        Kitabında sahaflardan alışveriş yapmayı sevdiğini yazmışsın ama bir gün kitabını sahafta görsen, üzülür müsün?

        Hoşuma gider. Çünkü ben sahaflardan çok güzel kitaplar buldum. Paylaşmaktan keyif alırım, okunursa tabii ki çok mutlu olurum.

        Yaşamak için güç aldığın şey nedir?

        Üretmek. Ağustostan beri fiziksel olarak çok yoruldum. Tiyatro, kitap, dizi... Fiziksel olarak sıkılmış limon gibi hissediyorum ama zihnim, ruhum o kadar mutluydu ki...

        ‘SABAHATTİN ALİ HERKESİN RUHUNA DOKUNMUŞ’

        “Kürk Mantolu Madonna”yı okurken ve sahnelerken hangi yönleri seni etkiledi?

        Yaşadığım şeyin adını koyamıyorum. Sabahattin Ali gibi bir değer var, satırlarda onun düşünceleri, ruhu... Ve ne yazık ki çok kötü bir şekilde yaşamı son bulmuş. Her yazdığı karakterde kendinden izler var. O etkiyi hissedip yansıtmak, karşılığı olmayan bir duygu. İnsanların ilgi göstermesi çok onur verici. Biletler çıktığı gün bitiyor. Demek ki Sabahattin Ali herkesin ruhuna dokunmuş, bizde buna aracı oluyoruz.

        REKLAM

        Kitabı ilk ne zaman okumuştun, neler hissettin, oynarken bu hisler değişti mi?

        İlk lisede okuduğumda, Sabahattin Ali’nin inceliğinden çok etkilenmiştim. Bu süreçte defalarca okudum. Şimdi daha farklı bir tanışıklığımız var. Tertemiz bir insan. Sabahattin Ali’nin kitaplarını yazarken aynı zamanda ticaret yaptığını bilmiyordum. “Kürk Mantolu Madonna”yı askerde tek kolu kırıkken ağrısını dindirmek için diğer eliyle yazıyor. Ve biz şimdi oynuyoruz. Can havliyle yazılmış bir roman, önce gazetede yayınlanıyor, sonra roman oluyor.

        Oyunun en sevdiğin repliği ne?

        “En fazla”, “asla” gibi tanımlarım yok. Her anı çok başka ve güzel. Her kitabı okuyanın kafasında başka bir Raif Bey ve Maria Puder var. Ben oradan hissettiğimi yansıtmak dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyorum. Her oyunda insan başka bir şey fark eder. Zaten bizi diri tutan da bu. Yoksa mekanik bir şekilde aynı oyunu 2 kere oynamak bile sizi sıkar. Oynarken bir yandan ben de seyirci oluyorum.

        Yazı Boyutu
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ
        Habertürk Anasayfa